Başarılı bir gazeteci olarak, bu mesleğe başlama hikâyenizden bahseder misiniz?
Ben radyo kökenliyim, meslek hayatıma Eskişehir’in ilk özel radyolarında radyo programcılığı ile başladım. O dönemin radyo kültürü Türkiye’nin aynı zamanda medya temelini oluşturmuştu. Çok nitelikli kadrolar vardı ve onlarla birlikte çalışma imkânı buldum. Beyazıt Öztürk, Ersin Düzen, Kadir Özübek… Yine sonraki kuşakta Emre Taşdemir. Bunun yanı sıra Beta Berkay diye bildiğimiz şu an Radyo D’de program yapan değerli arkadaşımız var. Hepsi mesai yaptığımız çok değerli arkadaşlarımızdı, dolayısıyla mesleğe başlangıcım aslında radyodur. Tabi radyo ile başlayınca radyo içerisinde de bir süre sonra yetinmemeye başlıyorsun ve daha fazlasının arayışı içine giriyorsun. Eskişehir’in medyası da 2000 öncesi dönemlerde çok güçlüydü. O yıllarda televizyon da hayatımızın içine girdi. Tabi televizyonla birlikte aynı zamanda gazetecilik, köşe yazarlığı, habercilik hayatımda başlamış oldu.
Benim televizyonculuk başlangıcım da o zamanlar ki Süper TV diye bilinen Es TV’dir. Gazetecilik başlangıcım da Anadolu Üniversitesi’nin gazetesi Anadolu Haber’di. Onun öncesinde farklı Eskişehir’de faaliyet gösteren gazetelerde zaman zaman çıkan yazılarım vardı ama aralıksız köşe yazarı olduğum gazete; Anadolu gazetesidir. Ben de Anadolu gazetesi ile birlikte televizyonculuk ve radyoculuğun yanında gazetecilik hürriyetini de kazanmış bulundum.
Gazeteciliği ben seçmedim, gazetecilik beni seçti.
Gazeteciliği seçme nedenleriniz nelerdi? Başka bir iş yapmayı düşündüğünüz anlar oldu mu?
Gazeteciliği aslında ben seçmedim, gazetecilik beni seçti. Buna şaşırabilirsiniz ama bir şansım ya da imkânım olsaydı gazeteci olmazdım. Çünkü gazetecilik çok rahat bir şekilde icra edilecek bir meslek değil. Günümüz koşullarında herkes gazeteci, birbirini dinlemek yerine herkes birilerine bir şeyler anlatmak üzerine yapı kurdu, sosyal medya da buna biraz çanak tutuyor. Dolayısıyla gazetecilik, bu meslekle uğraşanları, icra edenleri keyif almaktan birazcık uzaklaştırdı.
Bir de gazetecilik karşılığını bulan bir meslek değildir. Bu mesleğe harcadığım enerjiyi başka bir mesleğe harcasaydım atom mühendisi falan olabilirdim. Çünkü bu meslek bitmiyor, her mesleğin bir eve dönüş saati vardır. Örneğin doktor hastaneden ayrılır eve gelir dolayısıyla ameliyata ya da hasta tedavi etmeye devam etmez. Ya da bedensel anlamda herhangi bir işle uğraşanlar günde 15 saat bile çalışsa o 15 saatin sonunda evine gelir, ayaklarını uzatır, kafaları rahat bir şekilde faaliyetlerine devam eder. Ama bizim işimiz, aldığımız sorumluluk nedeniyle eve gittiğimizde de devam ediyor. Her an, herhangi bir gelişme olduğunda, maalesef bir şeyleri arayıp, soruşturup bir cevap verme üzerine bir sorumluluk taşıyorsun. Şöyle söyleyeyim, kar yağdığında tatil olacak mı sorusu dâhil kazası, yangını, depremi, birçok sıkıntılı durumda cevabı mesleğimizden dolayı bizde arıyorlar. Hem onlara cevap verme sorumluluğu taşıyorsun hem de mesleki anlamda onu bir şekilde, bir olay gerçekleştiğinde aktarmak zorundasın. Hele televizyon anlık bir durum, yani anında müdahale etmemiz gerekiyor. Bu çok büyük bir stres yaratıyor o yüzden gazetecilikte 5 yıllık yıpranma payı diye bir kavram vardır. Dünyanın en stresli üç mesleğinden biri olduğunu düşünüyorum ben. O yüzden evet bilinçli bir şekilde tercih etmiş olsaydım seçmezdim ama bunun da tadını alan, bunun da acısını, stresini çekenin vazgeçmesi çok zor.
Bir kamu kuruluşunda, yine basın iş koluyla ilgili bir bölümde çalıştım ama kendim çok eksik hissettim. Bir şekilde köreldiğimi, mutsuz olduğumu hissettim. Sonunda çok da dayanamayıp kendimi yine mesleğin içinde buldum.
Bu mesleğe harcadığım enerjiyi başka bir mesleğe harcasaydım, atom mühendisi falan olabilirdim.
İletişim sektöründe birçok alanda başarılı işlere imza attınız. Yapmaktan keyif aldığınız işler hangileriydi?
Ben işin sorumluluklarını geride bırakırsak, sunma kısmını seviyorum. Ekranın önündeyken de kitlelerin önündeyken de kendimi iyi hissediyorum çünkü ben özellikle bu sunum işinde tamamen doğaçlama üzerine, anlık bir duyguyu alıp aktarma üzerine yıllar boyunca bir tecrübe edindim. Herhangi bir sunuma renk katabilmek ve bunun dönüşlerini almak beni kişisel anlamda tatmin ediyor. Bu konuda da yetenekli ve başarılı olduğumu düşünüyorum.
Bir de yapmaktan keyif aldığım eğitimcilik kısmı var. Eğitimi hayatları boyunca tek meslek olarak yapanlara çok saygı duyuyorum, zor bir iştir. Bildiğin bir şeyi bazen anlatmak, başkasına aktarabilmek o ayrı bir uzmanlık, yetenek gerektiriyor. Ben yaklaşık 15 yıldır mümkün olduğu mertebede işte diksiyon eğitimi ile ilgili çalışmalar yürütüyorum ve inanılmaz haz alıyorum bu işten. İşin maddi kısmı değil, bu işin besleyen kısmı birilerine kişisel gelişim adına bir katkı sunuyorsunuz ve bunu çok iyi alanlar, çok iyi ilerletenler, çok başarılı olanları gördükçe de bu haz devam ediyor. Şu an iletişim sektöründe bu işin akademik kısmı da olabilir, ekran kısmı da olabilir, dokunduğum, bir şeyler öğrettiğim ve insanların önünde olan akademisyen olan pek çok isim var. Ulusal medya diye tabir ettiğimiz medyada da bunun örnekleri var. Bir şekilde bunu görmek, onun geçmişinde bir yerlerde önemli bir mihenk noktası olarak başarısında pay sahibi olmak inanılmaz haz veriyor bana. Pandemi döneminde biraz askıya da aldık ama normalleşebilirsek eğer, tabi önce yarım kalan bir grubumuz var, yeniden başlatacağımız bir grup, yoğun bir dönem yine bizleri bekliyor olacak. İnşallah çok da uzak değilizdir o günlere…
Bir bedeli ödemeye razı olabilirseniz, başarılı da olabilirsiniz.
Her dönem gazetecilik yapmanın zor olduğu bir ülkede başarılı olmanın sırrı nedir?
Bir bedeli ödemeye razı olabilirseniz başarılı da olabilirsiniz. Hem kendi hem de çevrendeki insanların hayatlarını aslında bu işin içine katmak gerekiyor. Nedeni ise, evliysen eşin de çocukların varsa çocukların da bundan nasibini alacak. Bedel ödemek derken, herhalde yüz bin kişi söylese kimseyi rahatsız etmeyecek bir söz siz söylediğiniz zaman sizin linçlenmenize, size karşı kapıların kapanmasına neden olabilir. En yakınım dediğiniz insanların bile tepkisini göze almalısınız. Bugün çok keyifli hoş sohbet edip ertesi gün bir hatasından ya da eksiğinden dolayı herhangi bir insanı eleştirdiğinizde, o insanın size nasıl bir tavırda olabileceğini hayal edin.
Bizim insanlarımızda eleştiriyi kaldırabilecek yapı yok. Maalesef ufacık eleştiride bile sizi bambaşka bir etiketle hayatına kodluyor. Bir gün düşmansınız o insan için, bir gün kralsınız. Bir de ödenilen bedellerin en büyüğü, bir kamu önünde insan olarak bir profil kodluyorsunuz ne yaparsanız yapın ne söylerseniz söyleyin o yargıyı bir daha kırmanız imkânsız. Örneğin; sosyal demokrat tarzda bir insansanız –ki ben öyle bir profil oluşturmuşum Eskişehir’de- siz karşıt düşüncedeki insanları övseniz bile insanlar bunun altında bir ironi arıyor, farklı bir sebep arıyor çünkü kafalarına öyle kodlamışlar sizi. Dolayısıyla sizi okurken, sizi izlerken, yaptığınız yoruma bir cevap verirken hep bu yargıyla mücadele ediyorsunuz, bu gerçekten zor bir bedeldir. Eğer bunları sabırla ödemeyi göze alıyorsanız, karşılığında oyundan düşmeyip birazcık da bununla mücadele edeyim diye cesaretiniz varsa başarılı olma ihtimaliniz de yükseliyor.
Bir de başarılı olmanın sırrını, kendini güncellemeye bağlıyorum. Hiçbir şeye sabit fikirli olmamayı, hayır dememeyi. Ben mesleğe başladığımda radyoda kaset çalınıyordu, CD hayata girdiğinde CD’nin çok büyük bir icat olduğunu düşünüyorduk. İki sene sonra MD dediğimiz aletler, otomatik sistemler yavaş yavaş çoğalmaya başladı, bir de baktık artık 2000’li yıllarda artık bilgisayarlar üzerinden Mp3 dediğimiz kalıbın içine sıkıştı şarkılar. Televizyonculukta da HD kamera diye bir sistemin hayatımıza girebileceğini düşünmüyorduk çünkü televizyonculuğa başladığımda da kasetler vardı, bakın şimdi telefonlarla gazetecilik, televizyonculuk yapılıyor. Dolayısıyla işin hem bu dijital kısmına ayak uydurmanız gerekiyor hem de tüm alanların içinde bulunmanız gerekiyor. Ben gazetecilik kurallarını 20 sene önceki sisteme ya da haber sıralamasına göre değil bugünün kurallarına göre yeniden güncellemeliyim. Nasıl telefonlar güncelleniyor, daha hızlı bir donanıma sahip oluyorlar, gazetecilikte de bu böyle. Bu anlamda da herkesin kendini güncellemesi gerekiyor.
Eskişehir küçük bir şehir, küçük olduğu için de kamuoyu ya da belirleyicileri de sayılı insanlardır. Siz öyle ya da böyle şehrin kanaat önderlerinden biri oluyorsunuz.
Türkiye’yi dijital habercilik noktasında nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye, dijital habercilikte istekli ama istikrarlı değil. Çünkü bizim dijitalden anladığımız ile dünyadaki dijital habercilik aynı düzlemde değil. Dünyada gazetecilikte şöyle bir alışkanlık var; görseller küçüktür, metinler büyüktür. İnsanlar için görselden ziyade işin metin kısmı önemlidir çünkü okumayı severler. Bizde ise görseller büyüktür, metinler küçüktür, insanlar okumayı sevmez, fotoğraflar üzerinden birtakım tahminler üretmeye çalışır. Biz bunu dijitale entegre ederken de aynı alışkanlık üzerinden kurduk. Dolayısıyla insanların dijitale olan güveni sarsılıyor. Bana göre işin bu kısmı çok sağlıklı gitmiyor. Ana akım medyanın da maalesef buna çanak tutan bazı önemli mecraları var. Bu bizim için dijitalde bence çok büyük bir handikap olarak kenarda duruyor.
İkincisi; tek tipleşme. Dijital dediğimiz alanın cazibesi; bir sınırsızlıktır, orada yaratıcılık söz konusudur. Biz şimdi bir şeyi yine bunu televizyon içeriklerinde olduğu gibi, olduğu halinde alıyoruz; başarılıysa bunu yüz bin defa benzer örneği çıkıyor ama hiç kimse yeni bir format, dizayn, yaratıcı bir misyonla çıkmıyor. Dolayısıyla birbirine benzeyen şeyler bir süre sonra bunaltıyor, ilgiyi düşürüyor. Bu konvansiyonel medyanın işine yarıyor çünkü onlar hem bir güven abidesi hem de insanlar zaten alıştıkları bir şeyi istiyorsa, orada bunu tatmin edebiliyorlar. 2025 yılı ile ilgili senaryolar var dijitalde, 2025 yılında sanırım çok daha başka dijital medya dünyada hâkim olacak, bunun başını da bugünün internet devleri çekecek. Çünkü bizler onlara bu malzemeyi veriyoruz, o alanı açıyoruz. Belki ileride, bir başka röportajda anlatırız o senaryonun detaylarını ama dijital habercilikte Türkiye tekrar ediyorum, istekli ama istikrarlı değil.
Sosyal medyanın da yaptırım gücü yüksek ve geleneksel medyayı da etkiliyor. Bu konudaki düşünceleriniz neler?
Sosyal medyanın yaptırım gücü özellikle bu adli süreçlerde çok kendini hissettiriyor. Bir konuyu öne çıkartmak, bir şekilde insanların dikkatini çekebilmek noktasında başarılı gibi gözükebilir ama çok da büyük bir tehlike barındırır içinde. Az önce dedim ya güven kaybı… Birisi bir iddiada bulunuyor, ancak bunun bir belgesi ya da fotoğrafı yok, yazılı şüphe uyandıracak unsuru yok. Bu iddia ortaya atıldığı andan itibaren bizim insanlarımız o iddiayı doğruymuş gibi düşünerek peşine takılıyor ve siz itibarınızdan oluyorsunuz, yıpranıyorsunuz. Cezai yaptırım konusunda ise asılsız bir iddiayı ortaya atan dahi herhangi bir sıkıntı yaşamıyor ya da hukuki yaptırımlar yeterli olmuyor. Dolayısıyla bu başlarda iyi, güzel adaleti sağlıyor denilebilir ama masumu korumayıp, art niyetli kişilerce gerçekten masum insanları zehirleyecek bir nokta olduğu için tehlikeli de olabiliyor.
Gazeteci kimliğiniz dışında, özel hayatınızda nasıl birisiniz? Neler yapmaktan keyif alırsınız?
Aslında çok farklı değilim hatta şöyle diyeyim, haberci kimliğim çok ön planda olduğu için herkes beni çok ciddi ya da çok sert zannediyor. Hâlbuki herhalde habercilik, benim fıtratıma en son eklenebilecek bir meslek. Ben normalde o sert adam değilimdir. Eğlenceliyimdir, sosyalleşmeyi, edebiyatla haşır neşir olmayı severim. Yengeç burcuyum yükselenim de yengeç, dolayısıyla o bende inanılmaz bir duygusal karakter oluşturdu. Duyuyorum bazen, haberci olduğum için benim çok sert, çok katı ya da ukala olduğumu düşünenler var. Bu meslekte ya da yaşadığımız şehirde bir ukala listesi hazırlansa herhalde ben en sonda olurum. Mesleğin handikaplarından olsa gerek, dedim ya önyargıları kırmak zor diye önyargı var, ne yapalım bu da işin cilvesi.
Sporla bir zamanlar profesyonel olarak alakalıydım ama birkaç sakatlık yaşadım artık profesyonel olarak maalesef ilgilenemiyorum. Hayvanlarla çok yoğun bir şekilde alakadarım, 10 yıldır 5 can dostu ile birlikte yaşıyoruz artık onlar evlatlarımız oldu, 3 kedim 2 köpeğim var, biri ırk köpek, zaten onlar hayatımıza girdikten sonra başka bir hayat yaşamaya başlıyorsunuz. Sosyal yaşantınız da bundan etkileniyor, gittiğin tatile kadar ya da gidebildiğin kadar ama sadece evde olanlar değil bir de evin dışında olanlar var. Komşular bazen rahatsız olur biliyorum, hak da veriyorum onlara. Mesela benim kahvaltı yaparken penceremde 50-70 arası güvercin olur mutlaka, özellikle kış dönemlerinde kaynak bulmakta zorlandığı günlerde camlarımın önünde onların beslenebileceği şekilde yemli tutmaya çalışırım. Aynı şekilde sokaktaki kedi ve köpekler için de bir şeyler yapmaya çalışırım çünkü dayanamıyorum. Dışarıda acı çeken bir kedi sesi duyayım saat 03.00’da arkamı dönüp uyuyamıyorum. Bu iyi bir şey de değil aslında, çünkü merhamet insanı yoran bir şeydir.
Siz ne okursunuz, ne izler ve kimleri takip edersiniz?
Öncelikle Türkiye gündeminde neler var, neler tartışılıyor, haber kanallarının hepsini gezerim; bu mesleki bir sorumluluk gündemde ne var, neyi tartışıyor insanlar, kimler konuk olarak çıkmış diye bakıyorum, geri kalmamak gerekiyor. İkincisi; işin sosyal medya kısmı var, meslek gereği neler öne çıkmış, insanlar en çok hangi konuda yorumlarda bulunmuş, neyi daha çok öne almışlar bunların takibini yapmaya çalışıyorum.
Bana bir şey katmayan, kurguyla yapılan programları izlemiyorum. Bu tür programların birtakım ajanslardan kiralanan bazı aktörlerle, bazı doğal figürlerle o insanları orada kavga ettirilmek üzerine bir kurguya oturtulduğunu bildiğim için benim bilmeyen insanlar gibi oturup ondan keyif almam mümkün değil, keza bazı spor programları da var, onlar da böyledir. Yerli dizilere meraklıyım, izlemediğim dizi neredeyse yok. Belki garip gelecek insanlara ama Bir Zamanlar Çukurova’dan tut, Yasak Elma’ya kadar hepsini izliyorum.
Çok iyi bir gazeteci olduğunuzda, başarılı işler yaptığınızda insanların size bakış açısı olumlu olarak değişiyor.
Gazetecilik yapmak isteyen ve yeni başlayan gençlere hangi tavsiyelerde bulunursunuz?
Hep böyle işin olumsuz taraflarını ön plana çıkarttık ama son tahlilde gazetecilik, sizi normal insanların her gün anlatma derdinde olduğu birçok şeyi daha kolay anlatabilme imkânı sunan değerli bir mecradır. Aynı zamanda doğru kullanırsanız bir saygınlık unsurudur. Yani bizim toplumuzda biraz yıpranmış olsa da geçmişe oranla, işini doğru yapan gazeteciler söz sahibidir, saygı sahibidir. Bir yere gittiğinizde insanlar sizin karşınızda düğmelerini ilikliyorsa sadece mesleki ağırlığınızdan size duydukları saygıdır bu. Çok iyi bir gazeteci olduğunuzda, başarılı işler yaptığınızda insanların size bakış açısı olumlu olarak değişiyor. Eskişehir küçük bir şehir, küçük olduğu için de kamuoyu ya da belirleyicileri de sayılı insanlardır. Siz öyle ya da böyle şehrin kanaat önderlerinden biri oluyorsunuz.
Şimdi geriye dönüp bakıyorum 26 yıl olmuş benim para kazanarak medya sektöründe yer aldığımdan bu yana ama yaşım daha 40-41. Ama ben 16-17 yaşındayken o zaman radyo tek kitle iletişim aracıydı interaktif olan ve insanlar her radyo programcısına Tarkan muamelesi yapıyorlardı. Ben 17 yaşındayken böyle bir afallıyordum bir yerlere gittiğimde sadece sesiyle bir fikre varmış insanlar, bir yere getirmiş insanlar size inanılmaz ehemmiyet gösteriyordu. O yaşlarda kaldırılması zor bir yüktür bu, o kadar tanınmış olmak. Şimdi bakıyorum şehrin ülküsünde bir yerim var benim, bir şeyler başarmışım. Bu şehirde rezidans yerine bir Millet Bahçesi yapıldıysa fikri bana aittir. Demek ki ben bu şehre bir şey katmışım. Geçen yine gündeme geldi, bir yere iki kere katkım oldu tabela konusunda. İstanbul’dan gelirken Ankara tabelasını takip ediyorum haliyle önce Eskişehir’e gideceğiz ya Ankara’ya gitmeden kendimi Bolu tünelinde buldum çünkü yön tabelaları yoktu. Ben bundan yıllar önce rahatsız olmuştum ve iki küçük tabela koydurtmuştum yarattığım kamuoyu ile. Yıllar geçti sonra yine o küçük tabelalardan rahatız oldum, Eskişehir daha büyüğünü hak ediyor diye ve kısa süre sonra o büyük tabelada Eskişehir yerini aldı. Bu bile şehrin bir yerlerinde o küçük satır arasında benim de bir izim var, katkım var diyebilmektir. Bazen de belki normal koşullarda gidemeyeceğimiz ülke ya da şehirlere mesleki anlamda gitme şansı veriyor. Ben 7-8 ülke gezdim gazetecilik faaliyeti nedeniyle, normal koşullarda, kendi imkânlarımla gezemezdim. İsrail’den tutun da Kırım’a kadar, Hollanda’dan tutun da Makedonya’ya kadar. Normalde fotoğraf çektirmek için sıraya gireceğimiz bazı önemli isimleri program konuğu olarak alıyoruz. O yüzden gazetecilik, eğer gerekli sabır gösterilirse yeni başlayan arkadaşlar için, hemen bir şey olmak istemiyorlarsa, maddi anlamda beklentileri çok üst düzey değilse, kendilerine farklı gelir modelleri oluşturup bu mesleği yürütmek istiyorlarsa, kendilerini güncelleyebiliyorlarsa, bedel ödeyebiliyorsa hoş gelmişler. Bunların %50’sini bile yapamam diyorlarsa zaten hiç başlamasınlar. Çünkü yarın bizim geldiğimiz dönemden daha zor bir dönemde bulacaklar kendilerini.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ben keyifle takip ediyorum sizleri, magazin zor bir iştir. Eskişehir’de magazin yapmak daha zor bir iştir. Çünkü çok geniş bir çerçevenin içindesiniz. Magazin dediğimiz sadece cemiyet hayatı değil, siyaset de, iş dünyası da içinde ve hepsi aynı beşerî ilişkilerin yürüdüğü bir çemberin içinde yer alıyor. Eskişehir küçük bir şehir, yine o bizim haberde yaşadığımız sıkıntının daha büyüğünü siz sürekli yaşayabilirsiniz ama başarıyla yıllardır götürüyorsunuz zaten. 10.yılınız kutlu olsun, nice 10’lara diyelim, keyifli sayılar…