Seslendirme sanatına olan ilginiz nasıl başladı ve sonrasında kariyerinize nasıl yön verdiniz?
1986 yılında bir filmde oynadım. Daha sonra TRT’nin açtığı sınavı kazanarak TRT'nin ihtiyaçları için yetiştirdiği ‘Çocuk Sanatçı Kadrosuna’ girdim. Sonrasında Ankara Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı Oyunculuk bölümünü kazandım. O yıllardan beridir televizyonda ya da radyoda yapmadığım iş kalmadı diyebilirim. O zamanlarda başladığım kariyer yolculuğum halen daha devam ediyor. Meslek hayatım boyunca elimden geldiği kadar işin eğitimini alarak hareket etmiş biriyim. Şu anda da hala kendimi eğitmeye çalışıyorum. Yaptığım işleri de iyi-kötü bilgi birikimle yapmaya gayret ediyorum.
Yakın zaman için planladığınız projeleriniz var mı?
Var, şu anda yaptıklarım da var. Ama çoğundan ismen bahsetmem çok doğru olmaz. Çünkü bizim işimizin bir gizliliği var. İş yayınlandıktan sonra bile, bazen yaptığımız işi çok söyleyemiyoruz. Diğer yandan, yaptığım işi kendimi tanıtmak veya kendimi anlatmak için kullanmamaya gayret ediyorum.
Peki, diksiyonunuz çok güzel. Böyle iyi bir diksiyona sahip olmak için neler yaptınız ve nasıl geliştirdiniz?
Çok iyi öğretmenlerim oldu. İlk olarak TRT’de yetiştirildim. Orada harikulade insanlar eğitim verdi, eski Türkçeden gelen detaylar da öğretildi. E sonra zaman içinde dil yaşayan ve gelişen bir şeydir. Hayatın içinde dili daha doğru kullanmak için yaşamam gereken şeyleri yaşama imkânı buldum. Sonra konservatuarda da çok şey kazandım. Orada da fonetik vs. üzerine çalışmalar yaparken konuşma ile ilgili çok şey öğreniyorsunuz. Bir yandan da Türkçe muhteşem bir dil. Türkçe müziği olan, sözcüklerin kendi içinde bir anlamı olan bir dil. Türkçe bu anlamda imkânı olan bir dil. Diksiyon eğitimi çok zor oluyor mesela ama bence konuşurken düşünmek çok şeyi çözüyor.’ Ne söylüyorsunuz? Kime söylüyorsunuz? Nasıl söylüyorsunuz? “ bunların hepsini düşüne düşüne oto kontrolle hareket ettiğinizde biraz daha düzgün konuşmaya başlıyorsunuz.
Toplum olarak iletişimimiz nasıl sizce? Ana dilimizi doğru ve iyi şekilde kullanabiliyor muyuz?
Açıkçası böyle bir konu hakkında değerlendirecek yetide görmüyorum kendimi. Fakat bir yorumda bulunacak olursam, daha çok dinlemeye kıymet vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü anlamak için dinlemek gerekir. Bir tartışma içinde karşınızdaki insanın sözünün bitip ona söylemek istediğinizi söylemek için fırsat bulacağımız anı beklemek yerine o konuşurken gerçekten ne söylediğini anlamaya çalışarak geçirirsek o zamanı, daha sağlıklı iletişim kurabileceğimize inanıyorum.
Günlük hayatta sesine hayran kaldığımız kişiler oluyor ve kesinlikle Dublaj sanatını yapmalı diyoruz hani. Peki, sizce sesi güzel olan herkes dublaj yapabilir mi?
Yapamaz, sesi çok güzel olan biri de yapamayabilir. Pek çok, çok başarılı ve çok iyi oyuncu var. Onlarda yapamıyor ya da yapmıyorlar. Ama şu bir gerçektir ki, bu iş oyunculuk üzerine inşa edilen bir iştir. Önce oyunculuk anlamında bir eğitiminiz vardır ve oyuncu olursunuz. Sonra bunun üzerine Seslendirme Sanatçısı olursunuz. Oyunculuk olmadan, seslendirmenin olabileceğine inanmıyorum. Hele ki şu an içinde bulunduğumuz dünya ve seslendirme mesleğinin gelişimi düşünüldüğünde oyunculuk konusunda gerekli bilgi birikimine sahip olmak zorundasınız. Müzik kulağınız olmak zorunda, bir enstrümanı en azından az çok çalıyor olmanız lazım. Ritim kulağınız olmak zorunda. E iyi- kötü kitle iletişimi ile ilgili bir bilginiz olmak zorunda. Yani bir söz söylerken nasıl söylemeniz gerektiğini seçebilmeniz gerekiyor. Bence çok iyi şarkı söylemeniz gerekiyor. İyi şarkı söyleyemiyorsanız, zor olur.
Seslendirme mesleğine dışarıdan bakıldığında çok eğlenceli gözüküyor. Ama işin içinde biri olarak zor olan tarafları da var mı? Nedir?
Mesleğin zorluğu şudur ki, provası yoktur. Text’i elinize alır, stüdyoya girer ve o anda seslendirmeye başlarsınız. Oyunculukla mukayese edersek çok daha zordur bu anlamda. Çünkü oyuncunun prova yapmak gibi, senaryoyu çalışmak gibi bir vakti vardır. Biz seslendirme sanatçıları ise çoğu zaman işin ne olduğunu bile bilmeyiz. Sektörün yapısı buna izin vermiyor. Olmalı bence olmalıydı. Şu an ben yönettiğim projede mesela bu şekilde hareket ediyorum. Önce sanatçılarla bir araya gelerek prova yapıyorum, sonra kaydediyorum. Ama o çok özel bir iş. Sektörün başka bir yerinde bu şekilde yönetmek çok zor. Çünkü sektörün hızı buna müsait değil.
Seslendirme sanatçısında başlıca olması gereken özellikler nedir? Mesela yabancı dil ne kadar önemli?
Elbette, yabancı dilin çok önemi var. Diğer yandan içinde bulunduğu toplumu ve toplumun neyi nasıl algıladığını anlaması çok faydalı olur. Başka bir coğrafyada yapılmış işi kendi coğrafyamızda anlaşılır hale getirmeye çalışıyoruz. Bu sadece üzerine konuşmak değil aynı zamanda dinleyen toplumun da anlayışına dikkat ederek ele alınması gerekiyor. Örneğin, Amerikan toplumundaki esprinin Türkçe konuşan insanlarda bir karşılığı olmayabilir. O espriyi özgün haline uygun bir şekilde Türk toplumuna taşıyabilmek için doğaçlama kabiliyetinizin olması gerek. Ve iyi kötü bir bilgi birikiminizin olması gerekiyor.’ Bu toplum içinde ne konuşuluyor, bu toplum insanları neyden keyif alıyor.’ Bunları iyi kötü bilmek gerekiyor.
Seslendirme alanında çalışmak isteyen, bu işe gönül vermiş birçok birey var. Fakat tatmin edici bir kazançları olmadığı için meslekten vazgeçmek zorunda kalıyorlar. Ya da mesleği ek iş olarak icra ediyorlar? Ne söylersiniz?
Ek iş olarak Diş hekimliği veya Manavlık yapabiliyor musunuz? Yapamazsınız. O işi yapmak için elde etmeniz gereken bilgi birikimine, vermeniz gereken zamanı veremiyorsanız o işi yapamazsınız zaten. Mutsuz bir birey olursunuz veya hani ortalama bir şey çıkartırsınız. Ve bu işin şöyle tatsız bir tarafı vardır. Ortalama bişiy ortaya çıkartırsanız sonsuza kadar arkanızda kalır çünkü sesiniz kayıt altındadır. Bakın, işle ilgili kesin yargılarda bulunan bir insana dönüşmek istemem. Ama şöyle bir durum var. Ben bu iş ile ilgili 30 yılı aşkın zaman geçirmiş bir insanım ve bu zaman bana bir şey öğretti. Benim samimiyetim doğru bildiğimi dümdüz söylemekten başla bir şans bırakmıyor bana. İnsanlar ise genelde daha mutluluk verici cümleler kullanarak mesajlarını vermeye çalışıyor ama ben lafı çok eğip bükmeyi sevmiyorum. Dolayısıyla bu röportajı okuyacak kişileri de yönlendirmek istemem. Ama şu bir gerçek ki ne iş yaparsanız yapın içinde bulunduğumuz dünyada bazı kritik durumlar var. Birincisi dünya artık başka birinin yaptığı bir şeyi onun yaptığı gibi yapmak için çok kalabalık bir yer. Bunun üzerine hayat inşa edilmez. İkincisi dünya artık bir işi bilgi olmadan yapabileceğiniz bir yer değil çünkü bunun sosyal medya mecrası var. Dolayısıyla burada neyi ürettiğin, nasıl ürettiğin ve ürettiğin şeyin kalıcılığı ve kıymetinin ne olduğu önemli. Hayat çok kısa. Bu ömürde yapığınız şeyin değmesine fayda var. Ben seslendirme işini yan iş olarak göremem. Çünkü öyle bir hayat görmedim.
Sizce anime seslendirmek mi yoksa karakter seslendirmek mi daha keyifli?
Hepsinin ayrı lezzetleri var benim için. Animasyon seslendirmek, süper kahraman seslendirmek, romantik bir aşığı seslendirmek hepsi o kadar keyifli ki.
Peki, başarılı bir seslendirme sanatçısı her alanda seslendirme yapabilmeli mi?
Sektör, konumlanmaya müsait değil. Gelen her işi iyi yapabiliyor olmanız gerekiyor. Samimiyetle söylemek istediğim şu, Ben bir işin içine girerken şuna bakarım. O işe ne katabilirim? Ve bu işi benim yapmam bir fark yaratır mı, ben mi yapmalıyım yoksa bir başkası mı yapmalı? Ben bu bakış açısıyla hareket ediyorum. Mesela başka birinin daha iyi yapacağı işe teklifim hayır olmuştur. Çünkü iş odaklıyız ve işe hizmet etmeliyiz.
Seslendirdiğiniz karakterler arasında içinize en çok sinen hangisiydi?
Benim için üretim sürecidir aslolan. Yani hangi koşullarda ne üretebildiğim. Bu anlamda zaten seslendirdiğim karakterlerle anında özdeşleştiriliyorum. Çünkü harika ekiplerle çalışıyorum. Camın arkasındaki insanlar çok muhteşem insanlar. Bir sanatçıyı kısıtlamamak, özgür ve kendi yaratıcılığına bırakmak büyük anlayış ister. Ben de bu anlamda çok iyi niyetli insanlarla çalışıyorum. O yüzden canlandırdığım karakterlerin tümü içime siniyor.
Peki, özel hayatınızda nasıl birisisiniz. Sizi en yakın arkadaşınıza ‘Harun Can nasıl biri, neler yapmaktan hoşlanır” diye soracak olsak nasıl bahsederdi?
Benimle 5 yıl konuşmayabilirsin. 5 yıl sonra bana ulaştığında, bıraktığın gibi devam eder. Benim tüm eski dostluklarım böyle ilerlemiştir. Ben farkında olmayı seven biriyim. Tepkilerimi saklayan biri değilim. Ben benim işe. O yüzden bazı şaka yönlü söylenen kelimeler beni kırıyor. Mesela benim bazı seslendirdiğim karakterler çok yönlü oluyor. Çünkü onlar vitrin işler. Mesela Deadpool ile ilgili geçen gün şöyle bir yorum geldi. ‘Bu adam kendini Deadpool zannediyor ‘ Hayır, tabii ki Deadpool zannetmiyorum. Ama teşekkür ederim gurur verdin. Sen benim o yaptığım işe o kadar inanmışsın ki beni gördüğünde senin aklına o geliyor. Hayır, ben böyle biriyim. Ve böyle bir yorum yapmak içinde beni tanıyor olman gerekiyor. Dolayısıyla eleştiri veya alay yollu söylenen bu söz çok yersiz… Konu biraz dağıldı. Şimdi sorunun cevabı ise arkadaşım beni ‘kendi gibi’ diye tanımlar. Ve bu bana iyisiyle kötüsüyle gurur verir.’ Nevi şahsına münhasır’ diyenler de oluyor ve hoşuma gidiyor.
Kendinizde hiç sevmediğiniz bir özellik var mı?
Pek çok özelliğim var. Mesela çok direktimdir. Aklıma geleni yapmayı severim ve yaparım da. Onun dışında kendim için bir şey yaparken çok zorlanırım çünkü hayatta bildiğim tek şey çalışmak. Ben kendimi bildim bileli çalışıyorum. Çalışmak benim hayatımın en zaman alan şeyi. Bir yandan da yaşamayı bu sanıyorum. Bu çok kötü bir özellik.
Peki, hayatınızda çalışma ile geçen yıllarınızdan pişmanlık duyduğunuz oluyor mu?
Diyemem çünkü başka hayat bilmiyorum. Daha az çalışıp ta daha fazla tatile gitseydim belki de çok sıkılacaktım. Bilmiyorum ki. Dolayısıyla bilmediğim bir şeyle kıyaslayamam hayatı.
Kişilerin ne düşündüğü sizi ilgilendirir mi, ya da yaşanan saçma bir olayda takılıp kalır mısınız hiç?
Ben uzun zaman boyunca sosyal medyada, 'saçmalama hakkımı kullanıyorum' yazdım. Çünkü saçmalamalıyız ve saçmalamamaktan bu kadar çekinmemeliyiz. İnsanların bizimle alay etmesinden bu kadar korkarak hareket edersek yaşayamayız. Kendimiz olamayız ve kendi içimizde başka birini deneyemeyiz. Her nedense koca bir toplum ‘Elalem ne der?’ diye yaşıyor. Ne derse desin. Yaşa, sen kendine ne dersin önemli olan o. Ya da hep bir kusursuzluk arayışı içindeyiz. Hem kendimizde hem birbirimize hem de tanımadığımız insanlarda… Ne gerek var bunca gerilime. Kusurluluğumuz o kadar muhteşem ki.
Peki, sizin hayata karşı olan bakış açınız nedir?
Yaşıyorum ve kimseye değmeden yaşamaya çalışıyorum.
Az önce konferans bitiminde genç hayranlarınız sizinle fotoğraf çekilmek istedi ve gerek sosyal medyada gerek yüz yüzeyken çok fazla iltifat alıyorsunuzdur. Bu sizin tanınmış kişi olduğunuzu gösteriyor ve çok ta başarılısınız. Nasıl bir duygu?
Hayattayken bir sanatçının bu kadar takdir görmesi çok mutlu ediyor, müteşekkirim. Ama gece ben yapayalnızım. Ben benimle kaldığımda söylenen hiçbir söz yok. Doğrusu da bence bu. Çünkü kendini insanların senin hakkında söylediği iyi ya da kötü şeyler üzerinden tanımlayamazsın. O insanın odağını bozar. Kendim kalabilmek için hakikaten çok çaba gösteriyorum. Ama bu çabayı insanlara karşı değil kendime karşı gösteriyorum. Hayatımı bir yere götürmek, hissetmeye devam etmek, hissedebilmek.
Aşk hayatınız var mı?
Özel hayatımı insanlara anlatma konusunda hep sınırda tutarım. Ama şunu söyleyebilirim ki aşk daima hayatımın bir yerinde ve hep olacak. Çünkü hissedebilmeyi çok seviyorum. Sevebilmek ve sevilebilmek mükemmel bir his.
Peki, aranızda nasıl bir ilişki var, bir gününüzü birlikte nasıl geçiriyorsunuz?
Ben bir ilişkiyi hayat geçirmek olarak görüyorum. Yani o ilişki nasıl bir ilişki olursa olsun faydalı olmak istiyorum karşımdaki insana. Mesela ben bir ilişkide kusurlarımı karşımdaki insandan saklamam. Aksine görsün isterim. Ve beni iyileştirmeye çalışsın, ben onu iyileştirmeye çalışıyım. Birbirimizi daha iyi yapalım. İki kere iki, beş edelim. Beraber olmaktan mutlu olduğumuz kadar beraber oluşumuzun bir ışığı olsun. Bu ışık bazen vardır ama bazen yoktur. Bazen vardır ama söner. O ışığın sönüşü çok üzücü mesela. Onu çok yaşadım ve hala anlayamıyorum. Bir ışık neden yanar ve neden söner? Ölümleri de anlayamıyorum.
Peki, hayatınızda çok yakın birini kaybettiniz mi?
Çok şanslıyım ki yakın çevremden çok az insanı toprağa vermek zorunda kaldım. İnşallah hayat bana böyle bir şey yaşatmaz. Fakat biri deyince bir insan geliyor akla. Benim köpeğim öldü. Kelimeyle anlatılamayacak bir his. Bu soruyu şu an cevaplayamadığımın farkındayım. Çünkü hakikaten yanlış anlaşılmaktan da çok korktuğum bir duygu. O kadar sahici ki onu anlatmazsan çok ayıp yani o duyguya. Onu yaşamayı da seviyorum.
Hayattaki yaşananlar, duygular size ne öğretti?
İnsanın içi dibi olmayan bir maden gibi, kendinizi kaza kaza bir şey öğreniyorsunuz hayatınız boyunca. Ve o duygu sizin içinizde kalbinizin en derin yerinde çatlak yaratıyor. Ve o derinliği kazmaya başlıyorsunuz. Kalp kırıklığı… Kalp kırıklıkları çok şey öğretti. Ama mümkün olduğu kadar tatmaya, lezzetini almaya çalışıyorum. O yüzden kızgın da değilim kimseye. Yaşanan her şeye minnettarım. Çünkü beni ben yaptı. Eğer bugün olduğum barışık yaşıyorsam bütün bu yaşanmışlığın toplamından kaynaklıdır.
Bir ilişkim var demiştiniz, peki evlilik düşünüyor musunuz? Evliliğe karşı olan bakış açınız nedir?
Ben işimden dolayı tanınan biriyim. İşinin dışında ismi sekiz harften oluşan bir adamım. Adım Harun Can. Kendimi tanıtırken ismimi söyledikten sonra mesleğimi söylemiyorum. Bu röportajı okuyacak insanlarda muhtemelen benim işimden dolayı merak edip okuyacaklardır. Umarım fayda sağlayabilmişimdir.