Follow Life

Pınar Tarı “İnsanın bütün yaşamı, beşikten mezara dek hep sanatla doludur”

KÜLTÜR & SANAT

Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümünden mezun olduktan sonra içindeki sanat sevgisini seramik, resim, ebru sanatlarıyla ifade etmeye başladı ve birçok dernekte bu becerilerini özel gereksinimli bireylerin yararına sunarak çok özel ve önemli projelere imza attı. Dönemsel sergileri devam eden, sanattan asla vazgeçmeyen ve onu bir yaşam tarzı olarak benimseyen, etkileyici yazıları ile de okurlarıyla buluşan Eskişehir’in sevilen isimlerinden Pınar Tarı ile röportaj için Madame Tadia Otel’in keyifli atmosferinde bir araya geldik. İşte Follow Magazin’e özel paylaştıklarımız…

Olduğum şeyle olmadığım şey arasında hayal ettiğimle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.

Öncelikle sanatçı kimliğiniz dışında sizi biraz tanımak isteriz. Kendinizden bahseder misiniz?

Kendinden bahsetmeyi çok sevmeyen biri olarak ; “Okur, yazar, çizer, boyar, çalar bir Pınar desem... Bir zaman diliminde her insan gibi sorgulayıcı oluyorsunuz. O anlarda, Fernando Pessoa’nın şu sözlerini ne kadar tekrar ettim bilmiyorum; “Olduğum şeyle olmadığım şey arasında hayal ettiğimle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.” Olmayacaktım olmadım da ne boş oldum, ne boşluk doldurdum, aldığım derslerim, verdiğim dersler de oldu, hayat bir yol ve bir defter. Bir gün yol da bitecek, defter de, sayfaları dolduruyorum ve bunu kendi el yazımla yazıyorum. Öldüğümü sandığım anlarım da oldu elbette bu yolculukta; ölmemişim, sağlıklıymışım, iyiymişim meğer. Duygunun da kanseri olduğunu anıların da sakat kalabildiğini deneyimlediğimden beri bambaşka bakıyorum hayata. Bir tek Pınar var ve ben onu çok seviyorum. Büyümüyor hiç, gülümsüyor hep, çalışkan, tahammülsüz, sabırsız, detaycı, inatçı, bakımlı, kendini tanıyan, eksikliklerini bilen, tamam olduklarıyla gurur duyan, kadın, anne, evlat, arkadaş, öğretmen, hoca, komşu, dost, bu sıfatlarında da iyi olma gayretinde olan bir ben. Severek yaptığım bir mesleğim var, ayrıca hayatımın en zevkli uğraşlarından birini yapıyorum, Allah'a bir can borcum var, kimseye bir kuruş borcum yok. Hiçbir insan için nefret de biriktirmiyorum. Kısık sesle de olsa istediğim şarkıyı söylüyorum, başkalarının istediği şarkıları değil. Çocuklar için içim titriyor, güzel bir şarkı dinlediğimde, kalbimin bütün kapıları sonuna kadar açılıyor. Hayallerime açılan pencerenin camlarına da istediğimi yazabiliyorum...

Pınar Tarı’nın tüm günü sanatla mı geçer? Rutinleri, olmazsa olmaz ritüelleri var mıdır?

Herkes kendi yaşam alanında layığını buluyor. Çok şükür bende layığımı yaşıyorum şu an. Hayatın kendisi sanat dolayısı ile tüm günler birer sanat eseri sanatçısı da eşsiz üstelik... Her insan gibi rutinlerim elbette var. Onlar sayesinde yaşam bu kadar kolaylaşıyor ve planlı benim için, saati saatine anı yaşamak tek yaptığım bu. Her şey vaktinde olmalı, yapamıyorsam yapmam, diğer zamanımdaki Pınar’dan çalmam. Hayat ritüellerimde var sanırım; Tanrı’ya yazdığım mektuplarım var mesela alıcısı belli cevap geleceğinden emin olduğum mektuplar, kuş tüylerim var topladığım, hayallerimi resmettiğim tablolarım gerçeğe dönüştüklerinde şaşkınlık içinde kaldığım, her gün bir çocuğun başını okşamak... gibi akıp giden... Ama daha çok kuralları olan bir Pınar var.

Hayatın kendisi sanat dolayısı ile tüm günler birer sanat eseri sanatçısı da eşsiz üstelik.

Bir sanatçı gözüyle “aşk” kavramının tanımını kendi açınızdan yapar mısınız?

Sanattan daha sınırsız, bilimden daha kesin, felsefenin kendisinden daha felsefi. Gündelik hırsları, rekabetleri, kötülükleri olan insanların işi değildir Aşk, onu görebilenindir. Baharın kokusunu alamayan, bir çiçeği güzel görmeyen, bir uğur böceğinin ihtişamını anlamayan insanlara görünmez, kendinizden başka bir şeyin var olduğunun anlaşılmasıdır. Benim için Birkan’ımın gecenin üçünde “Annem” mesajı, Birsu’mun sesindeki “Annem sıcaklığı” Efekan’ımın yazdığı “Annem” şiiri ve annemin yemekleridir. Ve yaradanın her gün bir öncekinden daha güzel yaptığı gün doğumu ve gün batımı tablosu...

İcra ettiğiniz sanat, sizin için tam olarak neyi ifade ediyor? Onu gerçekleştirirken neler hissediyorsunuz?

Bende sanat taklit değil "yaratım" dır diyenlerdenim. Bu yaratımdan bahsederken eline her kalemi ve fırçayı alanın "ben iç dünyamı aktarıyorum" şeklinde bir ifadeyi kullanmasını kabul edemiyorum ne yazık ki. Kurslara sergilere bakın asıllarını yaşatan taklitlerle dolu. Örnek almak başka, taklidini yapmak başka diye düşünüyorum, Sanatçıda da durum aynı öncelikle kendi sanatını incelemeli, dünya sanatını katmalı, çok okumalı, çok resim bakmalı, çok araştırmalı ki kendini ifade edebilmeyi öğrenmeli. Birçok sanat dalıyla uğraşınca da durum her bir kavram için çok da farklı olmuyor resim neyse seramikte o, benim için.

Benim sanatım bir tedavi girişimi, bir terapi.

Bize biraz sanatınızı anlatır mısınız? Eserlerinizden bahseder misiniz?

Özgürlük, benim yaratımlarım böyle tarifleyebilirim; Eserlerime de yansıtıyorum bu özgürlüğü kuşlara düşkünlüğüm bu yüzden, bir çamura kanat takıp gökyüzüne uçurmam, ebruyu kâğıda hapsetmeyip tuval bezine basmam, klasik çiçek ebru desenleri dışında insan, hayvan figürleri denemem ondan biliyorum...

“İnsanın bütün yaşamı beşikten mezara dek hep sanatla doludur”

Benim sanatım bir tedavi girişimi, bir terapi, beceri kazandırmaya dönüşen bir kıymet. Özel gereksinimli ne kadar insana dokunduysam sanatımla, geri dönüşümü hep muhteşem oldu. Sanat benim için hayattır; çok iyi bir sırdaştır, duygularımı ifade etme yöntemlerimden en güzel olanıdır ve ortaokuldayken mesleğim olacak dediğim... Duygularımın, zevkimin, ‘canım nasıl istiyorsa öyle’nin ifadesi. Ruh halim nasılsa çizgilerim de öyle oluyor; kızgınsam ya da moralim bozuksa gerçekten kötü çiziyorum, çamurun bile şamotlusunu seçiyorum, gülüyorum sonra o ayrı; eğer çok mutluysam da harika işler çıkartabiliyorum. Sırdaş derken de şunu kastettim: mesela kimseye anlatamadıklarımı soyut bir şekilde resmime yansıtabilirim, çamura fısıldayabilirim, zavallı ebru en çok o çekti benden...

İçinizdeki sanat sevgisini atölye çalışmalarında seramik, resim, ebru yaparak dışa vuruyorsunuz. Sanata olan ilginiz ne zaman başladı; geçmişten bugüne sanat yolculuğunuzu bizimle paylaşır mısınız?

Sanatın birçok dalıyla uğraşıyorum o kadar büyük bir şans ki sanatı çok seviyorum. Tablolarım; sessiz çığlıklarım, tuval üzerinde buz pistindeki patenci gibi şiirler yazıyorum dans ede ede, yağlı boya tablolarımda renklerle dans ederken bir rüyanın içinde kayboluyorum. Ebru yaparken ki telaşım heyecanım bambaşka, ruhum şekilleniyor o an. Tiyatro sahnesinde bir rol gibidir ebru; hatanı da alkışını da anında yaşadığın bir heyecan, ya batarsın ya çıkarsın, tekrarı ya da yeni baştanı yoktur. Ve seramik en sancılı anlarım... Sizi yöneten bir materyal çamur, konuşuyor sizinle; ”bak diyor iyi yoğur beni içimde hava kalmasın ki çatlamayayım, dikkatli kurut der, ilgi ile her gün beni yokla” der der durur. Ser verir sır vermez, iki kere ateşe atarsın çoğu zaman kendini ama uslanmaz, ceza değildir bu ona ödüldür aslında yandıkça güzelleşir, ateşte açan çiçek olur. İşte o an hissedilen, bilinen ama kavranamayacak olanı alıp, farklı forma sokarak, kendi içinde işlenebilir hale getirmesini sağlayan kendi sanatındır...

Bana gelince; evdeki Mona Lisa’nın annemin gençliği olmadığını öğrendiğim beş yaşımda beni de böyle yapın diye tutturduğum, susmam için çekilen fotoğraflarımı bu onun gibi kokmuyor diyerek yırttığım ve sonunda dedemin her çeşit boya kalemi ve resim defteri alıp, karşıma ayna koyup, çiz o zaman kendini dediği yaşlarda başlayan... Sanata fiilen başlamam annemin on yaşımdayken bana aldığı tuval ve yağlı boyalar ile başladı, çamuru ise yağmur yağdığında ‘kirlenmek güzeldir’ tadında çokça yaşadım. Ne pastalar, dondurmalar yaptım çamurdan o çocuk aklımla. Ve dünyayı keşfetmeye başlamam aynı yıllarda olduğu için kendimi şanslı kabul ediyorum. Beni bu kadar özgür bıraktığı için anneme nefes aldığım sürece minnettarım ve belki bugün mutsuz bir avukat ya da bankacı olacaktım. Güzel Sanatlar Fakültesi; muhteşem deneyimim, doymadığım yıllar, profesyonelliğe atılan adımların adı.

Birçok sergi açtınız ve hepsi birbirinden başarılıydı, önümüzdeki dönemler için projeleriniz neler?

Öncelikle teşekkür ediyorum. Başarılı bulunmak, yaptığınız işin değer görmesi, aldığımız alkışlar, beğeniler ve ödüller bizlerin yakıtı. Elbette ki, üretmek ve ürettirmek benim için vazgeçilmez. Biliyorsunuz özel gereksinimli bireylerle sanatsal beceri çalışmaları yapıyorum, onlar için hem terapi oluyor hem de kendilerini ifade etme, yapabileceklerini görme ve gösterme fırsatı. Görevli olduğum merkezde özel gereksinimli çok özel bir öğrencim var, kendiyle birebir çalışıyorum. Şubat ayında Kıbrıs’a bir gurur yaşatıcaz birlikte ; “Engelsiz Sanat Birliği” yaptığımız karakalem çalışmaları için, asıl önemli olan ürettiği için, farkındalık yarattığı için kendisine bir ödül verecek, emeğim olduğunu bilmek, ilmek ilmek işlemek gurur verici, tarifsizim. Birçok dernek ve vakıfta sorumluluklarım var, aktif olarak yer alıyorum. Kendi adıma yaptığım kişisel sergilerim kadar, onların sergilerinde de aynı heyecanı yaşıyorum, düşünsenize serginizde hatanızla sevabınızla tek başınasınız ama sorumlu olduğunuz on beş-yirmi kişi olunca sanki bir orkestra şefisiniz, farklı enstrümanlar, müzisyenler ne büyük bir sorumluluk ve heyecan... Bu bahar ve yaz döneminde iki önemli sergi ve kendi kişisel seramik sergimin hazırlıkları içindeyim.

İş hayatınız dışında özel hayatınızda kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Zaman bize hediye edilmiş bir kavram Özel hayat benim için kendime hediye ettiğim zaman dilimleri; ”Boş zaman yoktur; boşa geçen zaman vardır”sözünü çok severim dolayısı ile her anına kıymetli anlar bırakmaya çalışıyorum, bunu uyku saatlerimden çalarak yapıyorum hayat uyuyarak geçirilmeyecek kadar kısa çünkü.

Anne Pınar var; üç mükemmel emanetim var adına evlat denen, öyle olunca bolca anne oluyorsunuz özel yaşamınızda, Kadın Pınar var; kadınca keyiflerimde var elbette ayakkabı, çanta gibi tutkularım.

Gelişen Pınar var; Okuyan ve doymayan altını çizdiği her cümlede, kitaplara yolculuk yapan bir Pınar ve uzunca bir zamandır yazan, okuma aşkımdan doğan yazma hevesim en büyük keyiflerimden biri ve bunu her ayın konsepti ve rengi ile buluşturuyorum okurlarla naçizane.

Huzur arayan bir Pınar var; şanslıyım ki deniz kenarında, çilek tarlaları, mandalina portakal ağaçlarının kokusunda, yaptığım yürüyüşlerin şımarıklığında yaşıyorum, benim ödülüm, bunu da biliyorum, sabahın en erkeninde yaşıyorum yaşamın doğuşunu duymak adına, kucaklıyorum günü ve kendime her akşamüzeri mutlaka ayırdığım “BİR” saatlik bir zaman dilimim var, o saatlerde ulaşılmaz oluyorum en sevdiğim müzikler eşliğinde, gün batımını yudumlamak olmazsa olmazım.

Hayatı yakalayan bir Pınar var; Sinema, tiyatro, konserler kaçırmamaya çalışıyorum.

Mesleğim haricinde bir vakfın “İYİLİK GÖNÜLLÜSÜYÜM”

Birçok etkinlikte insanlara gönülden bir şey yapmanın güzelliğini yaşıyorum ve arkadaşlarımla kahve sohbetleri en keyifli anlar, kısaca yaşamın her köşesindeyim, mesleğimle ilgili seminerleri kaçırmamaya çalışıyorum ve elbette ki kişisel bakımıma özen gösteriyorum, sağlığımla sınandığım içinde kendime dikkat ediyorum. Koleksiyonlarım var onlara yeni parçalar biriktiriyorum, bir kaç yıldırda eski plaklara merak saldım.

İcra ettiğiniz sanat, sizin için tam olarak neyi ifade ediyor? Onu gerçekleştirirken neler hissediyorsunuz?

Elbette ki seramik, resim, ebru, tutkum ekmeğim ve başkalarına bulaştırmaktan keyif aldığım en anlamlı değerler yaşamımda, beni ben yapanlar. İyileştirici gücü olduğuna hep inandığım, savunduğum... Bir kere üretmek muhteşem bir duygu ayna oluyor size. Bir dönem beni iyileştirirken şimdi benim için insanlara yararlı olmak adına anlamlı bir araca dönüştü. Otizmli bir öğrencimin göz teması oldu, işitme engelli bir öğrencimin dili oldu ve en kıymetlisi birçok özel gereksinimli bireye meslek, yani hayatın anlamı oldu ve hissedilen de bolca huzur, şükür, kendimle gururun adı oldu.

Geleceğe yönelik plan ve projeleriniz nelerdir?

Birkaç ay önce bir TV röportajımda yirmi yıl sonraki Pınar’ın hayallerinden bahsetmiştim. Başarım beni orada bekliyor demiştim, bunun için de mesleğimle ilgili kendimi geliştirme anlamında çok yatırım yapıyorum. Her gün ufak ufak başarılar biriktirip asıyorum dolabıma, günün sonunda hepsini kucaklayıp, bir yaşam evi inşa edip ve orada her bireyin eşit şartlarda eğitim görüp, üretebildiğini görmek en büyük projem ve hayalim. Ve elbette ki en anlamlı planım, çocuklarımın mutlu, başarılı, kendi ayakları üzerinde yaşamlarını sürdürebildikleri bir hayatı hazırlamak.

Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.