“Eksik”siz bir uzay hukukçusu: Serhat Kaşıkara
Son yıllarda Uzay hukuku dünya gündemindeyken, Türkiye’de bununla ilgili çalışmalarını sürdürüyor. Bu alanda, Uzay hukuku sorumluluk konusunda Türkiye’nin ilk Uzay Hukuku Uzmanı seçilen Mustafa Serhat Kaşıkara röportaj konuğumuz oldu. Yaptığı çalışmalarla insanlık adına faydalı olmak isteyen Kaşıkara, değerli bir hukukçu olmanın yanı sıra sanatta da var oluyor. “Eksik” adlı şiir kitabıyla beğeni toplayan hukukçu, bir şair olarak da gönülleri feth ediyor. Bu değerli bilgileri barındıran röportajın sizlere de ışık olmasını diliyoruz. Keyifli okumalar.
İlk olarak bize kendinizden bahseder misiniz?
İsmim Mustafa Serhat KAŞIKARA. Serhat’ı kullanırım daha çok. Gerek sosyal hayattaki gerekse sosyal medyadaki hatırı sayılır çevrem ise, özellikle şiir, yazı ve özlü sözlerimde kullandığım “Nashquaeff” mahlasımla bilir ve tanırlar beni.
Rahmetli Babamın görevi nedeniyle birçok şehir gezdik, pek çok yerde anılarımız oldu ve her yerden farklı hatıralar biriktirdik. Ancak açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, Eskişehir doğumlu olmamama rağmen, kendimi “Eskişehirli” hissediyorum. Çünkü bu güzel, dinamik, hayat dolu ve huzur verici şehirde yaşamayı, onun havasını koklamayı ve güzel insanlarıyla birlikte vakit geçirmeyi seviyorum. Bu bağ ve aidiyet, benim için gerçekten önemli. İnanıyorum ki, bir şeyi severseniz, o bunu hissedecektir. Eskişehir’in beni hissettiğini biliyorum…
2009 yılında hukuk fakültesi eğitimimi bitirdikten sonra, meslek hayatıma avukatlık stajı yaparak başladım. Akabinde ise, akademiye adım attım. Akademisyenlik hayatım 9 yıl devam etti. Ardından, akademide edindiğim teorik bilginin gerçek hayata yansıması ve pratiğe aktarılmasını baştan beri hep istediğimden, akademiye ara verip, yeniden avukatlık mesleğine döndüm.
Yolumuz adalet ve iyilik.
Avukatlık nasıl bir meslek? Özellikle akademiden sonra bu mesleğe adım atmak nasıl bir duygu? Pişman oldunuz mu? Eskişehir Barosu kapsamında ne tür konulara eğildiniz ve ne gibi uğraşlar gerçekleştiriyorsunuz?
Avukatlık, çok kutsal bir meslek. “Savunma”, adalet mekanizmasının gerçekleştirilmesinde olmazsa olmaz unsurlardan biridir. Bir hukuk insanı olarak her zaman adaletin gerçekleştirilmesinden yana oldum. Akademiden avukatlığa geçmemin nedenlerinden biri de budur ve bu seçimimde asla pişman olmadım. Ama özlediğim bir şey var, o da tabii ki öğrencilerim…
Kıymetli Eskişehir Baromuza elimden geldiğince bilgi birikimimi aktarmaya çalışıyorum. Eskişehir Barosu Staj Kurulunun, Çocuk Hakları İzleme Komisyonunun, Meslek Sorunları Komisyonunun ve Engelli Hakları Komisyonunun bir üyesiyim. Özellikle belirtmek gerekirse, engellilerin sosyal hayata entegrasyonu, engelli haklarının bilinmesi, bunların tanıtılıp paydaşlara öğretilmesi ve ayrıca engelli haklarının savunulması anlamında geçmişte bazı büyük projelere dâhil oldum. Özellikle hukuk fakültesindeki öğrencilerimle gerçekleştirdiğimiz bir projemiz var. Günümüzde, engelli bireylerin sırf engelli olması nedeniyle bazı mesleklere girişlerinde ne yazık ki ta başından itibaren daha kabul aşamasında çeşitli engeller konulduğu, fırsat eşitliğinin ellerinden alınarak bazı haklardan yoksun bırakıldıkları gibi bazı acı gerçeklere karşı mücadelelerinde engelli bireylere destek verdik. Bunu 2018 yılında iki kez TBMM’ye giderek doğrudan milletvekillerine ve siyasi parti grup başkanlıklarına bizzat sunduk. Hukuk devletinin bir gereği olan ve meşru bir beklenti olarak ifade edebileceğim kanun değişikliğine ilişkin bu teklifimiz, tüm partilerden onay ve destek almasına rağmen maalesef kanunlaşamadı. Bu haklı ve meşru taleplerimizi Eskişehir Barosunun ve Engelli Hakları Komisyonunun da vereceği destek ve azimle, önümüzdeki dönemde yeniden gündeme getirmeyi plânlıyorum. İsteğin olduğu yerde bir yolun da bulunacağına inanıyorum. Yolumuz adalet ve iyilik. İnşallah bu temennim, bir “Eskişehir Projesi” olarak ülkemize de faydalı olacak şekilde en kısa sürede gerçekleşir.
Uzay hukukunda sorumluluk konusunda Türkiye’nin ilk uzay hukuku uzmanı oldum.
Uzay hukukundan bahseder misiniz? Bu alana ilginiz nasıl başladı ve ne zaman üzerine çalışmaya başladınız?
Akıl almaz büyüklüğünün ve o muhteşem güzelliğinin yanında tam bir muamma ve insanlık için hâlâ bir bilinmez olarak karşımızda duruyor. Ama buna rağmen, insanlığın uzayı keşfetme isteği şimdiye kadar hiç dinmedi, bundan sonra da dinmeyecek. Bu durum, sadece meraktan da öte uzayın günlük yaşantımıza sağladığı yadsınamaz fayda ve imkânlardan kaynaklanıyor. Çocukken fen bilimlerine büyük ilgim vardı. Bir şeyin nasılını ve nedenini hep merak ederdim. Anne-babama, öğretmenlerime ve neredeyse önüme çıkan herkese, kafamda soru işaretleri oluşturan hususlar hakkında devamlı sorular sorardım. Doğadaki varlıklara ve bunların işleyişine yönelik duyduğum yoğun merakla, fen bilimlerine olan ilgim daha da arttı.
Lise yıllarımda, biyolojiye ve genetik bilimine çok ilgim vardı ki hâlen de vardır. Hatta üniversitede genetik mühendisliği okumak istiyordum. O zamanlar genetik mühendisliği çok yeni bir bölümdü. Rahmetli Babam, “Oğlum, gel hukuk oku. Madem genetiği seviyorsun, onun hukukunu da sen yazarsın” dedi ve benim aklımı çeldi. Bu, benim için cazip bir teklifti fakat yine de hukuk okumak istemiyordum. Derken üniversitede hukuk fakültesini seçtim. İlk yıllarımda, yaptığım bu seçimin ne kadar doğru bir karar olduğunu anladım. Çünkü hukuk fakültesinde kendimi bulmuştum. Karakterim gereği, her daim içimde olan dürüst ve âdil davranma duygusunun gerçekleştirilmesi yolunda belki de bir araç bulmuştum kendime. İşte bu araç da “hukuk” idi. Tabii ki hukuku sevmemde hocalarımın da büyük katkısı olmuştur elbet. Bunlardan biri olan Prof. Dr. Bilge ÖZTAN hocamı burada anmadan edemeyeceğim. Hocaların hocası olan Bilge Hoca, “Sevgi fedakârlık ister, hukuk da öyle…” demişti ve bana daha ilk dersinde hukuk için büyük bir anlam yüklemişti. Hiç unutmam, fakültedeki ilk sınavım Bilge hocanın sınavıydı ve bu sınavdan 100 tam puan almıştım. Sevgi nelere kadir değil mi? Pek tabii gerek o dönemlerde gerekse sonraki dönemlerde pek çok hoca ve bir o kadar da üniversite deneyimi yaşayan ben, tüm bunlardan büyük bir kültür ve bilgi birikimi edinmiş oldum. Hepsine buradan minnettarlığımı sunuyorum.
olan ilgime gelince, bir gün bulutsuz parlak bir gecede gökyüzünü seyre daldığımda, gökyüzünün neden karanlık olduğu aklıma takıldı. O parlak yıldızlara bakarken bunu derin derin düşündüm. Güneş, dünyamıza ışık veren ve hayatın devamlılığını sağlayan en önemli etmenlerden. Güneş Sistemimizin de içinde bulunduğu Samanyolu Gökadasında (Galaksi) henüz tam sayısı bilinmese de, 200 milyardan fazla yıldızın olduğu bilim insanlarınca ifade ediliyor. Peki, bunca yıldıza rağmen, geceleyin gökyüzü nasıl karanlık kalabiliyor? Bu ilginç soru, astronomiye olan merakımı arttırınca, dedim ki bu merakı hukuk bağlamında da devam ettirmeliyim. Acaba, uzay biliminin hukuk ile örtüştüğü noktalar var mıdır diye araştırmaya başladım. Fakat o dönemde pek bir şey bulamamıştım. Akademisyenliğe başladığımda bu yönde çalışma isteğim daha da arttı. Yüksek lisans çalışma konumu hocalara bahsettiğimde, uzay hukuku da neymiş ki denerek bana gülmüşlerdi. Ben ise bu konuda direndim ve uzay hukuku çalışacağımı zor da olsa kabul ettirdim. Uzay hukukuna önem vermemin temel nedeni, ülkemizde maalesef ki uzay hukukçusunun olmamasıydı. Uzayda pek çok sayıda uydusu bulunan bir devletin nasıl olur da uzay hukuku konusunda uzmanları olmaz, akıl alır şey değildi. Bu, kendi öngörümün yanı sıra ülkemin prestiji açısından da çok önemli bir mevzu idi. Kaldı ki, önümde örnek alacağım 1-2 Türkçe çalışma vardı bu da yolumun zorlu bir süreçten geçeceğinin de göstergesiydi. Ama ben “her şeye rağmen” yine de yılmadan, usanmadan, sabırla yoluma devam ettim ve “Devletlerin Uzay Faaliyetlerinden Doğan Sorumluluğu” başlıklı uzay hukukuna ilişkin yazdığım yüksek lisans tezimi, 2015 yılında başarıyla savundum. Böylece, uzay hukukunda sorumluluk konusunda Türkiye’nin ilk uzay hukuku uzmanı oldum. Söz konusu tez çalışmam, 2017 yılında düzenlenen “5. Sosyal Bilimler Teşvik Ödülü Yarışması”nda en iyi tez ödülüne lâyık görülerek birincilik kazandı. Bu, beni çok mutlu etti. Bu birincilik sonrasında, Asya-Pasifik Uzay İşbirliği Örgütü (APSCO), TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü (TÜBİTAK UZAY) ile Çin Hükûmeti’nin ortak organizasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti ev sahipliğinde, Temmuz 2017 tarihinde Çin’de gerçekleştirilen “APSCO-Uzay Hukuku ve Politikası Konferansı”na, Türkiye Cumhuriyetini temsilen resmî delege sıfatıyla görevlendirildim. Akabinde, TÜBİTAK UZAY, Türkiye Uzay Ajansı ile APSCO ortak organizasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti ev sahipliğinde, Eylül 2019 tarihinde İstanbul’da ilk kez gerçekleştirilen “Birleşmiş Milletler/Türkiye/APSCO - Uzay Hukuku ve Politikası Konferansı”na, Birleşmiş Milletler-Türkiye Resmî Raportörü sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini temsilen yine katılım sağlandım. Her iki organizasyon bağlamında da ülkemi başarıyla temsil ettim. Bu benim için büyük bir gururdur.
Asya-Pasifik Uzay İşbirliği Örgütü (APSCO), TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü (TÜBİTAK UZAY) ile Çin Hükûmeti’nin ortak organizasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti ev sahipliğinde, Temmuz 2017 tarihinde Çin’de gerçekleştirilen “APSCO-Uzay Hukuku ve Politikası Konferansı”na, Türkiye Cumhuriyetini temsilen resmî delege sıfatıyla görevlendirildim.
Uzay hukukunun Türkiye’deki yerinden ve öneminden bahseder misiniz?
Genel olarak dünyanın, özel olarak ise Türkiye’nin içerisinde sıklıkla yer aldığı uzay faaliyetleri, gün geçtikçe popülerliğini arttırmakta ve bu durum, devletlerarasında adeta uzay yarışı hâline gelerek büyük önem atfedilen bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan ele alındığında, gerçekleştirilen uzay faaliyetleri, aynı zamanda, devletler açısından birer prestij göstergesi hâline de gelmektedir. Ülkemiz açısından da son yıllarda bu türden gerçekleştirilen atılımlar gayet başarılı sonuçlar doğurmuş ve bu başarılı sonuçlar da oldukça faydalı etkileri beraberinde getirmiştir. İşte tam bu nedenle, ülkemizin uzay hukuku alanında uzman kişilerin yetiştirilmesine destek vermesi ve önayak olması günümüzde artık lüks değil, bir zarurettir. Bu mevzu, ülkemizin ulusal olduğu kadar uluslararası menfaatleri açısından da çok büyük önem arz etmektedir.
Son birkaç on yılda tanık olduğumuz bu türden önemli gelişmeler, hukuksal bağlamda geç de olsa yansımalarını bulmuştur. Çünkü hukuk, yaşayan ve yaşananlarla birlikte gelişen bir kavramdır. Diğer bir deyişle, toplumsal bir bilim olduğu için toplumla beraber doğmuş olan hukuk, ancak onunla beraber yaşamakta, yoğrulmakta ve de gelişmektedir. Geçen süreçte kat edilen mesafe ve gelinen nokta açısından uzayda yaşanan bu gelişmelerin hukuka doğrudan yansıması olmuş ve bu yansıma, Uzay Hukuku alanının gelişmesine neden olmuştur.
Tesadüflere yer yoktur benim hayatımda. Yaratılan hiçbir şeyin boşuna olmadığına inanırım. Yaratımdaki o muhteşem sanat, izleyicilerin gözleri önüne serilmiş.
Hukukçu kimliğinizin yanı sıra şairsiniz de. Sanata ve şiire olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
Edebiyata ve özellikle de şiire olan merakım küçüklükten beri vardı, ama asıl ilgim daha çok lise yıllarında başladı. Bir insanın çok yönlü olmasını severim. Bir uzmanlığı, bir işi olsun, ama bunun yanı sıra edebiyattan, şiirden, müzikten Tesadüflere yer yoktur benim hayatımda. Yaratılan hiçbir şeyin boşuna olmadığına inanırım. Yaratımdaki o muhteşem sanat, izleyicilerin gözleri önüne serilmiş. Tabii bu sanatı görebilmek, onun idrakine varabilmek çoğu ve resimden de haberi olsun veya bunlarla ilgilensin. zaman izleyicilerin tutumuna kalmış. Mesele bunu görmek ya da görememek... Yunus Emre de diyor ya “İlim ilim bilmektir; İlim kendin bilmektir; Sen kendini bilmezsin; Ya nice okumaktır...”. Mustafa Kemal Atatürk de hayatı boyunca sanata çok önem veren büyük bir önder. Onun sanata ve özellikle de şiire verdiği öneme burada değinmemek olmaz. Atatürk’e göre, “Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılâplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır. Milletimizin güzel sanatlar sevgisini her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.” Bir başka sözünde ise Atatürk, “Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, nağme ile olursa musîkî, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.” demiştir. Bu sözler onun sanata ve sanatçıya olan ilgisinin ve verdiği değerin bir göstergesidir. Tüm bunlardan özetle şunu ifade edebilirim ki, insanın kendini tanıması, ruhunu beslemesi, hayatın anlamını idrak edebilmesi ve yaşamını anlamlı kılabilmesi için, sanatla ilgilenmek bence çok önemli bir husus.
Diğer taraftan, müziğe ve enstrümanlara yönelik hem ilgim hem de yeteneğim var. Müzik kulağım iyidir. Hiç bilmediğim bir enstrüman elime verildiğinde, bir şekilde ona adapte olur ve onu amatörce de olsa çalarım. Kanun adamı ne çalar dediklerinde, tabii ki “kanun” çalar diyorum. Şaka bir yana, ailem, Türk Sanat Müziği ile yakından ilgilidir. Çocukken iyi hatırlıyorum, TSM Korusuna gittiklerinde, beni de yanlarında götürürlerdi. Kanunun sesini ilk duyduğumda adeta bu sese âşık oldum ve dedim ki, “ben bunu çalmalıyım!”. Ve bu dileğimi rahmetli Babam gerçekleştirerek bana el yapımı özel bir kanun aldı ve ben de bu sayede öğrenme fırsatı yakaladım. Kanunu çalmak kolay iş değil, pek çok ayrıntısı ve tekniği var, ama bir o kadar da zevkli bir şey. Türk musikisi çok geniş bir ses yelpazesine sahip ve bana göre Batı müziğinden çok daha derin. Müzik kulağımın da iyi olması ve bu yeteneğimin bana sağladığı büyük kolaylık ile kanun çalmayı kısa sürede öğrendim. Ama araya mesleki yoğunluklar ve hayat meşgaleleri girdiğinden, çok istesem de, uzun süredir bir türlü zaman ayırıp da çalamıyorum maalesef. İlk aşkı unutmak zordur derler, ben de kanunu hiç unutmadım tabi…
“Eksik” adlı bir şiir kitabınız var, kitap çıkarma fikri nasıl ortaya çıktı? Kitabınıza okurların geri dönüşleri nasıl oldu?
Şiirle tanışmam çok erken yaşlarda oldu. İlk başta öylesine okuyordum ama yaş ilerleyip olgunlaştıkça, sadece okumuyor, dizelerin içinde sakladığı engin duyguları keşfediyordum. İlk başta bir şeyler karalıyordum. Ama daha sonraları gittikçe ilerledi iş. Sözcükleri seviyordum, çünkü onların da beni sevdiğini biliyordum. Bir çocuk gibi sözcüklerle oynuyorum, onlar da benimle oynuyor. Bazen ben onlara hükmediyorum, bazen de onlar bana... Ben de bu serüvenin kitaplaştırılması zamanının artık geldiğini hissedip kolları sıvayarak heyecanla işe koyuldum. Yazdığım şiirleri derledim ve bir seçki oluşturdum. Kitabın okunabilir kılınması adına diğer pek çok şiirimi elemek durumunda kaldım. Şiirlerimi kolay yazmadım. Kitaptaki bazı sayfalar hâlâ ıslaktır, bunu okuyucuların kitabı okudukça fark edeceklerini biliyorum. Hayat, iniş ve çıkışlarıyla güzel değil midir zaten…
Toplamda 141 şiirden oluşan “Eksik” adını taşıyan ilk şiir kitabım, 2018 Nisan ayında raflarda yerini aldı. Kitabın ilk tanıtım lansmanı, TÜYAP işbirliğinde hazırlanan ve 14-22 Nisan 2018 tarihleri arasında düzenlenen 23. İzmir Kitap Fuarında gerçekleşti. Kitabın Eskişehir’deki imza günü etkinliği ise, 14 Mayıs 2018 Pazartesi günü Adımlar Kitap Kafe’de gerçekleşti. Etkinliğe, gerek yakın çevremden, gerek Anadolu ve Osmangazi Üniversitelerinin akademik camiasından gerek öğrencilerimden gerekse Eskişehir Barosundan pek çok davetli katıldı. Kitap ve ona dair etkinlikler vesilesiyle pek çok şiirim, okuyucularıyla buluştu ve beni de onlarla buluşturdu.
Kitabımla ilgili okuyucularımdan çok güzel dönüşler oldu. Çoğu kişiyi şiir okuma ve hatta şiir yazma konusunda yüreklendirdim. Bu benim için en güzel şeylerden biri. Hatta Tuluğ adlı küçük bir okurum, birgün bana dedi ki “Serhat abi bak, ben de bir şiir yazdım. 4 sayfa hem de. Adı da: Mutluluk…” Ben de buna çok şaşırdım ve benim için büyük bir sürpriz de oldu tabi. Şunu açık yüreklilikle ifade edebilirim ki, şiirlerinizin başkalarının gönüllerine dokunması, onların zihinlerinde ve ruhlarında benzer etkiler bırakması, benim için hem çok güzel bir geri dönüş hem de çok güzel bir başarı. Gönülden gelenlerin gönüllere değeceğini biliyorum. Gönlümün güzelliklerinin ve gönlümdeki sevginin bir sınırı olmadığını da biliyorum. Bu, çoğu şeye karşı da böyle. Bunun karşı tarafça anlaşılması, büyük bir mutluluk benim için.
Şiirlerinizi yazarken herhangi bir akıma bağlı kalıyor musunuz? Şiirlerinizi kategorize eder misiniz, kendinize has bir yöntemle mi yazarsınız?
Şiirlerimi çok farklı şekillerde yazabiliyorum. Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimde var. O yüzden, çoğu şeyde olduğu gibi şiir yazarken de herhangi bir kalıba bağlı kalmak istemiyorum. Kalbime nasıl bir ilham geldiyse, hangi duyguyu hissetiyse ruhum, o şekilde yazıyorum. Aklıma gelenleri hemen kâğıda dökerim zaten. Çünkü söz uçar, yazı kalır derler. Anında yazmak, çok önemli. Dolayısıyla, şiir yazarken serbest şekilde takılıyorum ve kendime has bir tutum sergiliyorum diyelim. Bununla birlikte, feyiz aldığım ve yazdıklarını okumaktan keyif duyduğum büyük şairler de var. Shakespeare, Orhan Veli, Goethe, Yunus Emre, Ovidius, T.S. Eliot, Cemal Süreya, Âşık Veysel, Rabindranath Tagore, Can Yücel ve Nazım Hikmet bunlardan yalnızca birkaçı… Şimdi burada ismini sayamadığım onca kıymetli şair var ki, unuttuklarımdan burada af diliyorum.
Uzun bir süredir pandemi dönemindeyiz ve bir süre karantina süreci geçirip evlere kapandık. Siz o süreci nasıl geçirdiniz, neler yaptınız?
Karantina sürecinde bol bol izleyemediğim film, dizi ve belgeselleri izlemeye çalıştım. İster istemez eve kapanmanın insana verdiği o psikolojik “hapislik” duygusu, insanı huzursuz ediyor. Bunun için bahçede temiz ve güneşli havalarda spor, egzersiz ve kısa yürüyüşler gerçekleştirdim. Bağışıklık konusunda, beslenmeme daha bir dikkat eder oldum. Güneş ışığı benim için çok önemlidir. Bolca güneşlendim diyebilirim.
Yine karantina sürecinde bol bol kitap okudum. Ruhumu ve zihnimi beslemeye çalıştım. İnsan doğasını anlayabilmek ve yaşanılan tecrübelerden bir şeyler öğrenebilmek amacıyla biyografi kitaplarını okumayı çok severim. Her insanın yoğurt yiyişi farklı farklı. Her insana ikram edilen yoğurt da farklı farklı. Bu durum, acayip bir tecrübe zenginliğini beraberinde getiriyor. İnsanların hayatlarında ne gibi zorluklarla karşılaştıkları ve bu zorluklara karşı nasıl davranışlar sergiledikleri, diğer insanlar için de oldukça kıymetli olduğunu düşünürüm. Bu noktada çok faydalandığım ruhlar ve de karakterler olmuştur. Bu yüzden kitap okumayı salt bir okuma olarak görmem; onu, yazarıyla sohbet etme fırsatı olarak da görürüm. O yüzden okumaya ve okuyan insana değer veririm. Dostlarıma da genellikle sürpriz yapar ve kitap hediye ederim.
Biraz nüktedan bir şekilde, yükseklik korkusu olanları ve derine dalma cesareti gösteremeyenleri, beni tanımayı isteme konusunda önceden birazcık uyarırım.
Özel hayatında Serhat Kaşıkara nasıl biridir, neler yapar, ilgi alanları var mıdır?
İnsanın kendisini anlatması biraz garip bir şey sanki. Birini tanıdıkça çözersiniz. Konuştukça, oturup kalktıkça tanırsınız. Zaten Platon da öyle dermiş ya: “Konuş ki seni tanıyayım.”. Mademki soruyorsunuz, özetle şöyle diyeyim o zaman: Serhat, iyi bir insandır. Beni, tanıdıkça çözersiniz. O yüzden, biraz nüktedan bir şekilde, yükseklik korkusu olanları ve derine dalma cesareti gösteremeyenleri, beni tanımayı isteme konusunda önceden birazcık uyarırım. Ama beni tanımak isteyene kendimi gönülden açarım.
Benim için kalite kadar “zaman” da çok önemli bir kavram. O yüzden hayatın her anını dolu dolu geçirmeye çabalıyorum. Zamanımı “değen” şeylere harcamak için hep bir koşuşturma içerisindeyim. Dostlarımla vakit geçirmekten büyük keyif alıyorum. Zaman sanki donup kalıyor. Bazılarıyla birlikteyken zaman hiç geçmesin diyorum. Bunun tarifi zor bir şey. Ayrıca doğayla baş başa kalmak, yeni yerler keşfetmek, yeni şehirleri ziyaret etmek bana huzur veriyor. Çocukları çok severim, onlar da beni sever. Hatta bebeklerin gözlerine gülümseyen her bakışımda bana gülücükle karşılık verirler ve bambaşka bir huzur verir bana bu ve bundan ilham da alırım. Çocuklarla sohbet etmeyi çok severim. Bana öyle sorular sorarlar ki dehşete düşerim. Bu benim aklıma nasıl gelmedi diye hayıflanırım. Onların hayâl gücü, bizimkinden daha büyük, daha sınırsız ve daha bağımsız bence. Diğer taraftan, yürüyüş yapmak, bisiklete binmek, tiyatro, sinema ve sergilere gitmek, müzeleri gezmek, vakit buldukça yaptığım diğer aktivitelerdendir. Müzikle de ilgiliyim, yeni tarz müzikler dinlemek ve güncel yorumlara göz atmaktan hoşlanırım. Sevdiğim sesleri canlı dinlemekten ve konserlerine gitmekten hoşlanırım.
Gelecekten beklentilerimden biri, şiirlerimin bestelenmesidir.
Bundan sonraki hedef ve planlarınızdan bahseder misiniz?
Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde uzay hukukuna ilişkin uluslararası nitelikte bazı çalışmalara imza atmayı plânlıyorum. Gelecekten beklentilerimden biri, şiirlerimin bestelenmesidir. Şiirlerimin bir müzik eseri olarak icra edilmesi, beni gerçekten çok mutlu eder. Bir diğer isteğim, bugüne kadar gerek sosyal medya gerekse makale ve yazılarım aracılığıyla paylaştığım özlü sözlerimi topladığım bir derleme kitap çıkartabilmek. Hatırı sayılır beğenisi olan özlü sözlerimle insanlığa yol gösterici olabilmek, insana yine insanı anlatabilmek, çok büyük ve de önemli bir mevzu benim için.
Bu arada, bir diğer hedefim de uzaya çıkmak! Şaka bir yana, uzayla ilgilenmeye başladıktan sonra içinde yaşadığımız eşsiz güzellikteki dünyamızın kıymetini bir kez daha anladım. Çünkü uzay, çok çetin ve insan doğasını zorlayan bir ortam. Mesafeler akıl almaz derecede çok fazla. Bu zorlayıcı şartlar altında çalışmalar yapabilmek bile şimdilik gerçekten bir mucize. O yüzden, geri dönüşü olmayan bir aşamaya gelmeden, üzerinde yaşadığımız ve anılarımızı biriktirdiğimiz güzelim dünyamıza gerçekten gözümüz gibi bakmamız gerekiyor. Hâlbuki hemen hemen her alanda dünyamız, insanlığı uyaran ciddi alarmlar veriyor. İklim değişiklikleri ve genel yapının aşınması, bunlar arasında ilk sırada. Dünyayı her yönden ve her şekilde maalesef kirlettik. Şimdiye dek uzay faaliyetleri çerçevesinde uzaya gönderilen pek çok nesne oldu. Bunların çoğu kullanım dışı hâle gelerek işlevsizleşti ve “uzay çöpü” oldu. Şu soruyu sormadan edemiyorum kendime: Dünyayı kirlettik, şimdi sıra uzayda mı?... Bu noktada kaygılar taşıyorum. Meydana gelen onca gelişmeye ve teknolojik ilerlemeye rağmen insanları birbiriyle bağladık ama insanları aynı dilden konuşturamadık bir türlü. Günümüzde bile devamedegelen anlamsız savaşlar, bunun hem acı hem de ironik bir göstergesi. Umarım bizden sonra gelecek nesillerde böyle şeyler yaşanmaz. Burada distopik bir dünya tezahürü çizmek istemiyorum ama realiteler ortada. Diğer taraftan, çok güzel bir geleceğin insanlığı beklediğine de inanıyorum. Özellikle bilgi teknolojileri, gen teknolojileri ve yapay zekâ konularında meydana gelecek gelişmelerin insan hayatında devrimsel yenilikler doğuracağını ve bunun insanlığın yararına olacağını daha şimdiden hissediyorum. Gelecek, her şeye rağmen gelecek, ama biz her zaman insanlığın hayrına olan bir geleceğin olması için çabalayalım. Geleceği yönelik ümidimizi asla kaybetmemek dileğiyle, okuyuculara en içten saygı, sevgi ve selâmlarımı sunuyorum.
Röportaj: Şerife Varol