Prof. Dr. Nezih Orhon “Özünün erk haline gelmediği müddetçe, insanın özgür olma şansı yok”
Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölüm Başkanı olan Prof. Dr. Nezih Orhon’u ziyaret ederek, kariyeri, projeleri ve özel hayatı ile ilgili bir keyifli röportaj yaptık. Başarısız geçen eğitim hayatının ardından sevdiği alanlara yönelerek uluslararası başarılara imza atan ve röportajının her cümlesi adeta bir ders niteliğinde olan tecrübeli akademisyen, gençlere yollarını aydınlatacak çok önemli öneri ve tavsiyelerde bulundu. İşte başarılı projeleri, zekası ve enerjisiyle karşılaştığı herkesi kendine hayran bırakan Prof. Dr. Nezih Orhon ile paylaştıklarımız…
Ben doğru öğretiler kazandığım ve doğru liderler ile beraber olabileceğim bir doğa içerisinde yeşerdim.
Öncelikle kariyer yolculuğunuzdan ve Bölüm Başkanlığı’nı yaptığınız İletişim Bilimleri Fakültesi’nden bize kısaca bahseder misiniz?
Kariyer yolculuğumdan bahsedecek olursam, ben kesinlikle bir başarısızlık örneğiyim. Hikâyem süper bir başarısızlıkla başlıyor ve sonra bence başarıya dönmek yerine keyifli bir hale dönüşüyor. Lise hayatım boyunca beden eğitimi dersi de dâhil olmak üzere derslerimin tamamında başarısızdım. Tek derdim mutlu olmaktı. Sonrasında bu mükemmel başarısızlık, sevdiğim şeylerin içinde olmakla beraber dönüştü. İnsanın sevdiği işlerle uğraşması, sevdiği insanlarla birlikte olması çok önemli. Bir gün okumak istediğim bölümün araştırmasını yaparken en anlamlı şehrin Eskişehir olduğunu gördüm. O dönem rektörlük yapan Yılmaz Büyükerşen ile görüştüğüm zaman henüz 18 yaşındaydım. Burada okumamın doğru olacağını söyledi. Hareketli bir şeyler yapmak istiyordum, en büyük hedefim hareketli bir işe sahip olmaktı. İnsan hangi doğanın içinde yaşamak istiyor önce kendi içinde bunu doğru tanımlaması lazım. Bu anlamda bana en çok el uzatan ve yol gösteren insan Yılmaz Büyükerşen’dir. Ben doğru öğretiler kazandığım ve doğru liderler ile beraber olabileceğim bir doğa içerisinde yeşerdim. Biz Büyükerşen’in tarifiyle biz onun prensleri ve prensesleri olarak yetiştik, bunu çok net söyleyebilirim. Bu cümlenin içini her seferinde de doldurdu kendisi. Kimsenin imkânlardan yararlanamadığı bir dönemde gençler en iyi fotoğraf makinelerini, en iyi malzemeleri kullandılar. Kamunun kaynağı bu insanların yetişmesi için kullanılacak diye bütün imkânları seferber etti ve buna sadece ben değil tüm arkadaşlarım tanık oldu.
Eğitim amacıyla yurtdışına gidişiniz nasıl gerçekleşti?
Bir gün burs aldım ve Amerika Birleşik Devletleri’ne gittim. Ben burada bölümü ikinci olarak bitirdim ama Amerika’ya gittiğimde ilk iki ay üniversitenin stadyumunun altına giderek ya başarısız olursam diye usul usul ağladım. Çünkü bana güvenen insanları hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyordum. Kendimle ilgili bir derdim yoktu, ben kendi hayatımı bir şekilde sürdürürdüm ama bana güvenen insanları hayal kırıklığına uğratmamalıydım. Çok iyi hatırlıyorum Amerika’ya gidecekken beni odasına çağırdı ve dedi ki “Bu devletin parasını sana vereceğiz ama sana bu parayı tasarruf edesin, döndüğünde bir ev araba alasın diye vermiyoruz, daha çok kitap alabilmen için daha çok gezip görebilmen dünyadan öğrendiğin şeyleri edindiğin bilgileri ülkene taşıyasın diye veriyoruz. Sakın paranı tasarruf etmeye çalışma sen oradan kendine bir şeyler katmaya gidiyorsun ve kazandığın bilgi, görgü, eğitim ne varsa onu da buraya transfer etmek için gidiyorsun” dedi. Ben böyle bir doğanın içinde büyüdüm. O mükemmel başarısızlık örneğinin sonunda Amerika’daki üniversiteyi birinci olarak bitirdim. O yüzden şunu söyleyeyim; insanın hayatında onun hayatına dokunacak insanlar olması lazım. Benim kariyer hikâyem evrende bana önderlik eden çok farklı insanların olmasıyla ve onların Eskişehir’de toplanmasıyla mümkün oldu. Ben doğma büyüme Ankaralıyım ama Eskişehir’de büyüdüm. Ailemin harç ettiği kimyayı Eskişehir sağlam bir şekilde inşasını çıktı ve adam etti.
Size göre başarısızlıktan böyle bir başarı hikâyesi çıkmasının nedenleri nelerdir?
Ben içine doğduğum üniversitenin öğrenciliğini, asistanlığını, araştırma görevliliğini, yardımcı doçentliğini, doçentliğini, dekan yardımcılığını, dekanlığını ve rektör danışmanlığını yaptım. Şu anda profesörü ve aynı zamanda bölüm başkanıyım. Burada öğrenciliğimle beraber 32.yılım. Ben aileme 7 yaşındaki çocuğuma vermediğim emeği okuluma verdim. Bütün bunların içerisinde makam koltuklarına oturmak yerine hep koşturdum. Ben çalışmaktan yorulmayı seven biriyim. Hiç unutmuyorum; bölümümüz kurucu hocalarından Yalçın Demir babam gibidir, ustalarımdan bir tanesidir, bir gün bana bir daha seni bu saatte okulda görmek istemiyorum dedi. Bizim pijamalarımız kapılarımızın arkasında asılıydı ve çok geç saatlere kadar çalıştığımız için odalarımızda kanepeler vardı. Mesai diye bir kavram bilmez iki saat kanepede yatar, tekrar çalışmaya devam ederdik. Ben buranın içerisinde yeşerdim derken, her şeyinden yararlandım. Bu okulun yirmi dört saatini yaşadım. Beni en iyi okulun bekçileri bilirdi. Eskiden odalarımızda biz çalışırken bekçiler de maç izler kahve içerlerdi.
Şunu söyleyeyim tüm bu yolculukları dört başlıkta tarif edebilirim. Görevimizi bir; eğitim ve öğretim faaliyetleri ders vermek, iki; araştırma, üç; proje geliştirme, dört. Bunları yapa yapa farklı ülkenin burslarını aldım. Bunlardan bir tanesi de Amerikan hükümetinin devlet bursuydu. Bunun sayesinde de liderlik, medyada çalışma, medyada liderlik gibi unsurları barındıran programlara davet edildim.
Bence başkan dediğimiz kişi koltuğa oturan kişi değil; kaynakları hareketlendiren, kaynakları dağıtan ve herkesin derdi olan şeylerde nefes alabilmesini sağlayan kişidir.
Peki, bölüm başkanı olduktan sonra gerçekleştirdiğiniz projeler neler oldu?
Benim en önemsediğim şey katılımcılık. Ben kendime bölüm başkanı dedirtmek istemem. Benim bölümümde hiçbir yetişkin insanın bölüm başkanına ihtiyacı yok, sadece evrak imzalayacak insana ihtiyacı var. Ben bölümün muhasebesini yapmaya çalışan biriyim. En büyük başarım bu. Kendi başarımın değil arkadaşlarımın başarısı sayesinde şeklen bölüm başkanıyım. Elbette birtakım organizasyonlarda arada eğim verdirmek, bazen oluşabilecek meselelerde çaba göstermek gerek. Örneğin dünyanın her ülkesinde yer alan “küresel medya izleme projesi” var, özellikle kadınların medyada temsili ile ilgili çok önemli bir proje, bunu gerçekleştiriyoruz. Bunun dışında “sinema ve gençlik” diye bir kongremiz var. Bu kongre her sene bir temayla ortaya çıkıyor. Burada biz özellikle şunu istiyoruz; sinema sadece üniversite gençliğine ait bir şey olmasın. Özellikle liseli gençlerin katılımı bizi oldukça mutlu ediyor. Takip ettiğimiz sunumların tümü katılanları inanılmaz etkiledi. Bunun dışında özellikle mevsimlik tarım işçileriyle ilgili, kırılgan nüfuslarla ilgili, sokaktaki insanlarla ilgili filmler yapmaya çalışıyoruz. Kültür dediğimiz şey, yani bu ülkenin maddi ve manevi kültürü her neyse, nasıl tanım buluyorsa bunları yaşatacak filmler üretmeye çalışıyoruz. Film festivalimiz var, bunları da benim arkadaşlarım yapıyor. Onun dışında özellikle gençlerin kurdukları kulüplere destek olmaya çalışıyoruz. Bence başkan dediğimiz kişi koltuğa oturan kişi değil de; kaynakları hareketlendiren, kaynakları dağıtan ve herkesin derdi olan şeylerde nefes alabilmesini sağlayan kişidir.
Aslında şu sorunun cevabını da vermiş oldunuz teorik eğitimin yanı sıra uygulamalı eğitim de büyük önem taşıyor. Hareketi sağlayarak bunu da gerçekleştirmiş oluyorsunuz.
Şunu söyleyeyim, sadece onu yapmıyoruz. 25 Kasım kadına yönelik şiddete hayır kampanyasının başladığı dönem. Özellikle Türk Üniversiteli Kadınlar Birliği’nin önderliğinde Aynur Saraç ve diğer başkanlarla beraber biz ilk defa Türkiye de bir şehir olarak belki de dünyada ilk defa binlerce erkeğin Eskişehir’de bu işin sorumluluğunu alarak yürümesini sağladık. Kadının hakları hakkında sürekli konuşması gerekiyor ama davranış değişikliği göstermesi gereken taraf erkeklerdir. Bizim bunun farkına varmamız için yürümemiz lazım. Biz değişmek, dönüşmek istiyoruz, biz bunun kötü olduğunu fark etmek istiyoruz, bu elin inmesini istiyoruz, bu sözlü sosyal psikolojik ekonomik şiddetin bitmesini istiyoruz, aile içi şiddetin, aile içi cinsel istismarın tümünün bitmesini istiyoruz. Bence en güzel başkanlıklar bunlar. Yoksa eğitim öğretim faaliyetleri zaten belli bir prensip içerisinde yürüyor.
İletişim Fakülteleri’nin açılmasıyla paralel olarak mezun sayısı da giderek artıyor. Sizce bu artışın avantaj ve dezavantajları nelerdir?
Medya Türkiye de daralıyor ama her gün açılan iletişim fakülteleriyle, bölümleriyle beraber mezun sayısı artıyor, tersine yürüyen bir orantı var ama iş yine kişinin kendisinde bitiyor. Lütfen bu satırları okuyanlar beni yanlış anlamasınlar. Eğer amacınız KPSS’ye girmek ise siz zaten baştan kaybetmeyi göze almışsınız demektir. Burada tabii ki kimseye haksızlık etmek istemiyorum ama kamuda bir görev almak bana sorarsanız böyle bölümlerde okuyanlar için son tercih olmalı. Artık iş arama devri bitti, iş yaratma devri başladı ve teknoloji bunun için var. Elimizdeki teknolojiler gerçekten bunun için fırsat sunuyor. İnsanlar kendi kanalını kuruyor, kendi mecrasını üretiyor. Hiç ciddiye almadığınız insanlar eğlendirmek, meraklandırmak, bilgilendirmek için birtakım özgün içerikler sunuyor. Daha somut konuşmam gerekiyorsa bundan 10-15 yıl önce şirketler güçlü iken bugün soru şu; facebook’u, instagram ‘ı, twitter’ı şirketler mi kurdu, bireyler mi? Birey hiç olmadığı kadar güçlü şu anda. Benim gençlerden arzuladığım şey o, bu teknolojiyi sadece pasif tüketici olarak değil, bundan nasıl fırsat üretebilirim diyen mezunlar olarak kendilerini değerlendirmeleri. Zaten öğretim faaliyetlerinde aldıkları donanım var, bu fırsatı görebilmeliler. Ben proje yaparken işte bunların derdindeyim.
Aklın ön plana çıktığı bir dönemdeyiz.
Mesleki anlamda en büyük hedefiniz nedir?
Aklın daha ön plana çıktığı bir dönemdeyiz. Eğitimi bununla birleştirmeliyiz. Ve gerçekten benim gençlerle ilgili söyleyeceğim en önemli proje ne biliyor musunuz; üniversiteyi okusun okumasın, içinde olduğum, dokunduğum, dokunulduğum bu etkileşimlerdir. Gençlerin hep bir özgürlük sorununun olduğu tarif ediliyor. Aslında gençlerin özgürlük sorunu yok, özgür olmanın bir ön koşulu var ve Türkçenin dilimizin ürettiği muazzam bir kelimeyle tarif ediliyor. Gençlerin özgür olabilmesi için önce özerk olabilmesi gerekir. Özünün erk haline gelmediği müddetçe insanın özgür olma şansı yok. Yani özü güçlenmemiş bireylerin özgürleşme şansı yok. Yani aldığı eğitim ve öğretim, sokağa indiğindeki sahip olduğu deneyim, bu teknolojilerden üreteceği fırsatla kendini güçlendirmek, donanımla hale getirmek. Onun için ben tüm yaptığım bu projeler koşuşturmacaların içerisinde en büyük derdim o kelimenin arkasında saklı. Türkçenin çok güzel ürettiği bir kelime; özerk. Bireylerin, çocukların, gençlerin, kadınların neyse tarif bulan o projeyle yaptığımız, o insanların özünün güçlenebilmesini sağlamak, kendine güvenebilmesini sağlamak. Başkanlık dediğiniz böyle bir şey olmalı işte, başkasını güçlendirmeli. Çünkü başkasının başarısı kadar güzel bir başarı yok.
Başkalarını güçlendirmek. Bence en güzel hedef bu. Ben olabileceğim her şeyi oldum. Artık bu yolculuğun içerisinde bir hedefe varmaya çalışmıyorum ben yolculuk üretmeye çalışıyorum. Gençlerle yolumu birleştirmek, onlarla olmak beni genç tutuyor.
Ben olabileceğim her şeyi oldum. Artık bu yolculuğun içerisinde bir hedefe varmaya çalışmıyorum ben yolculuk üretmeye çalışıyorum.
Özel hayatında Nezih Orhon kimdir, nasıl biridir? Kendi açınızdan biraz anlatır mısınız?
Okul dışındaki kariyerim mutluluklarla dolu. Çok güzel bir aileye sahibim. Her zaman sıcaklık, sevgi, anlayış, hoşgörü ve yol göstericilik sağlayan bir anne-babanın çocuğu olarak yetiştim. Ben de kendi çocuğuma aynı şekilde yaklaşmaya çalışıyorum. Kendi evime girdiğimde sessiz bir insanım, çok sessiz bir insanım. Belki Nezih’in bu yüzünü tahmin edemeyeceğiniz kadar sessiz biriyim. Çocuklarla, çocuğumla şımarıklar yapmayı, iş üretmeyi severim. Ben hayatım boyunca sevdiklerim için koşturdum. Bunu dramatize etmek istemiyorum ama ben kendim için hiç koşmadım. Bir işim mi var hiç sorun etmedim gece yarılarını yollarda geçerdim, sabah uyandığında kızım beni yanında görsün diye. Aslında özel hayatım var mı bilmiyorum. Zor biriyim, bana tahammül etmek zordur. O yüzden topu başkasına atmaktansa kendimi sorgulamaktan ve eleştirmekten yanayım. Ben kolay biri değilim ve bunun farkındayım ama bütün enerjimi sevdiklerim için harcamaktan asla vazgeçmem. Hâlbuki insanın biraz kendisi için de yaşaması lazım. Ben’i yaşadığım asıl an sadece evde yalnız kaldığım andır.
Sizi hayata bağlayan hobileriniz, tutkularınız, devam eden bir koleksiyonunuz var mı?
Tenis oynamaya devam ediyorum. Eski ahşap tenis raketlerini biriktiriyorum. Bunu okuyanlardan, elinde ahşap raketleri olanlar varsa lütfen bana ulaşsınlar. Çünkü çocukluğumda John McEnroe diye iyi bir solak tenisçi vardı, ben de solağım. İlerde McEnroe isminde içinde küçük küçük ahşap tenis raketlerinin, tenis fotoğraflarının olduğu küçük bir kafe açıp hayatımla paralel ilerletmeyi isteyebilirim. Bunun yanında eskiden Anadolu topraklarında yaşamış insanların evlerinden kopmuş tuğlaları biriktiriyorum. Bu ülkenin kültürel mimarisini inşa eden grupların tuğlalarını biriktiriyorum. Aynı zamanda küçük, ahşap hediyelik gibi duran yelkenlileri biriktiriyorum. Neden derseniz; ben Büyükadalı bir babanın ve Giritli bir annenin çocuğuyum, adalı olmak bizim kanımızda var. Benim Ankara’da doğup büyümem biraz trajik olmuş ama ben babamdan Büyükada’nın, annemden Girit’in o ıslak rüzgârını, sıcaklığını, canlılığını, neşe doluluğunu her insanla mutluluğun üretilebileceğini doya doya almış biriyim. O yüzden belki bu biriktirdiğim tuğlalarda babamın anlattığı komşunun kızı Eleni’yi görüyor olabilirim. Benim için bu çeşitlilik içerisinde var olmak oldukça değerli. Türkiye’de tuğla koleksiyonu olan birçok insan var ama ben henüz amatörüm. Bunun dışında 91 yılından bu yana bindiğim tüm uçakların ‘boarding pass’lerini saklıyorum. Başta da söylediğim gibi hayatımı hareket etmek üzerine kurmuş biriyim, hareket edebilmek için her yolu deneyen biriyim, tüm bunlar aslında benim hareketimin göstergesi.
Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Benim eklemek istediklerim şunlar; insanlar insanları çok kolay yorabiliyor, küçük hesaplar üzerinden birbirlerine küslük, kötülük, nefreti kolayca yayabiliyor. Bence bunların hepsi hedefsizlikten oluyor, hedefsiz yaşamak kadar tehlikeli bir şey yok. Bir günlük tutmak bile hedeftir bence. Çünkü o zaman günlüğün içini doldurmak zorunda kalıyorsunuz. Dramatik bir sonla bitirmek istemem ama şu soruyu soruyorum kendime; herkes bir gün ölecek ve herkesin mezar taşında bir şey yazacak. Soru şu; “Ben öldüğümde acaba başkaları benim mezar taşıma ne yazmak isterdi?” Bu düşünülmesi gereken bir soru. O yüzden almadan neyi verdiğiniz, yolculuğunuzun içini ne kadar doldurduğunuz çok önemli. Herkesin belli bir yolculuk süresi var. Ben kendi yolculuğumdan sorumluyum ve bu yolculukta buluştuğum, karşılaştığım insanlarla ortaklıklar olsun istiyorum. Her yeni insanı yeni bir pencere olarak görüyorum, her insandan öğrenebileceğim bir şeyler olduğuna inanıyorum.
2020 gerçekten insanların kendini doğru temsil edebildiği, ekonomik olarak şartların geliştiği, ifade alanlarının zenginleştiği, paylaşımlarının arttığı, birinin ötekini ötekinin diğerini yok saymadığı, insanların her boyutta ortaklığının arttığı, daha zengin bir ülke olsun isterim.
Son olarak 2020 yılında ülkemiz için söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
genç eğer aşkı hangi şiirlerde bulduğunu söyleyebiliyorsa, mutluluğu hangi ressamın tablolarında bulduğunu söyleyebiliyorsa başta kendini çok iyi temsil eder, ülkesinde nelerden nasıl beslendiğini, onu var eden inşa eden şeyleri ülkesinde, doğasında, kültüründe, insanlarında neyi bulduğunu söyleyebiliyorsa önce kendini sonra ülkesini layıkıyla temsil eder. Onun için 2020 gerçekten insanların kendini doğru temsil edebildiği, ekonomik olarak şartların geliştiği, ifade alanlarının zenginleştiği, paylaşımlarının arttığı, birinin ötekini ötekinin diğerini yok saymadığı, insanların her boyutta ortaklığının arttığı, daha zengin bir ülke olsun isterim ve herkes kendinden sorumlu olsun. Askeriyenin çok güzel bir sözü var; “vatanını en çok seven işini en doğru yapandır”. Herkes kendi ödevini yerine getirirse, bence 2020 herkes için çok güzel geçer.
Röportaj: Esra Güneş