Yetenek ve şansın birleştiği isim: Nazlı Avcı
“Her yetenek gerektiren meslekte olduğu gibi tabii ki benim de küçük yaşlarda başladı müziğe ilgim.” Hayal etmenin ne kadar önemli olduğunu, hayalini gerçekleştirmiş insanları gördükçe daha çok anlıyoruz. Çocukluğunuzda kurduğunuz hayalleri, talihli ve çalışkansınız gerçeğiniz yapabiliyorsunuz. Hayalleri Sivas’ta başlayan küçük bir kız çocuğunun bugün Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası’nın güzel başkemancısı olması tabi ki hayal ve azmin sonucu. Bu hikâyenin kahramanı sevgili Nazlı Avcı ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Tüm sorularımızı içtenlikle yanıtlayan, cevaplarında nasıl zarif bir sanatçı olduğunu anlayacağız Avcı’ya hayran olmamak mümkün değil. Siz değerli okuyucularımızın da, bu röportajdan aynı keyfi almanız dileğimizle…
İlk olarak sizi tanıyabilir miyiz, bize kendinizden bahseder misiniz?
Adım Nazlı Avcı. Eskişehir Büyükşehir Belediye Senfoni Orkestrası'nda (konzertmeister) başkemancıyım. 9 yıldır bu orkestrada görev alıyorum.
Beğenilen bir keman sanatçısı olarak, kemana ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
Yakın zamanda yerel bir gazeteye uzun uzun anlatmıştım fakat çok detaya girmeden değerli okuyucularımızla da paylaşmak isterim tabii. Çünkü benimkisi alışılmıştan biraz farklı sanırım. Ben Sivas Şarkışla’ da esnaf ve ev hanımı bir ailenin üç çocuğundan biri olarak, her zamanki gittiğim okulumun müzik dersinden bir gün, öğretmeni tarafından yaka paça müzik sınavına götürülmüş ve hayatı orda değişmiş bir insanım. Her yetenek gerektiren meslekte olduğu gibi tabii ki benim de küçük yaşlarda başladı müziğe ilgim. Şarkıyla, daha çok türküyle. Fakat o gün öğretmenimin beni “müzik sınavı” diye götürdüğü, meğer Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi dekanı Prof. Dr. Ersin Onay ve beraberinde müthiş bir heyetin, yaklaşık 30 Anadolu şehrinde yaptığı yetenek sınavıymış. Bu insanları Sivas’a hatta yetmeyip Şarkışla’ya getiren güç ise dememe gerek yok; tabii ki Âşık Veysel’in o topraklardan olmuş olması. Böyle dememin sebebi, seçmelerin çoğunluğunun Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yapılıp, İç Anadolu Bölgesi’nde sadece Sivas’a yapılması.10 yıllık kesintisiz bursla okuyacağım konservatuvar kabul belgemin gelmesinin ardından, ailem beni mezun olacağım okulun yatılı yurduna bıraktı ve benim müzik serüvenim 1999 yılında 11 yaşımda başladı. Kemanı özellikle ben seçmedim tabii. Bizi seçen heyet, benimle birlikte getirdiği yaklaşık 30 çocuğun eline koluna, dişine, dudağına bakarak enstrümanlarımıza karar verdi. Söylenilene göre benim üzerimde birkaç karar değişikliği olmuş. Piyano, şan hatta bale gibi… Bir nevi Kardelen Projesi çocuğu olarak bu yola girdim diyebilirim. O insanlar gelip beni ilçemde bir sınava tabi tutup, burs vermeselerdi bambaşka bir kişi olacaktım anlayacağınız.
Bir sanat eserini, varlığınız ve enstrümanınız aracılığıyla bir insan güruhuyla paylaşıyorsunuz. Çok ruhani ve öte yandan tahmin edildiğinden biraz daha stresli bir durum.
Sahnede olmak, kalabalıklar önünde sanatınızı icra etmek nasıl bir duygu?
Bana göre kendimi bulduğum, çocukluğumda o küçük ilçeden bu yana kendimi ait hissettiğim yer. Bir sanat eserini, varlığınız ve enstrümanınız aracılığıyla bir insan güruhuyla paylaşıyorsunuz. Çok ruhani ve öte yandan tahmin edildiğinden biraz daha stresli bir durum. Senfoni Orkestrası’nda çalınan repertuar, çok özel projeler dışında, her zaman dikkat isteyen, algı açıklığı gerektiren ve seviye olarak formda yani dinamik olunması gereken eserlerden oluşur. O yüzden çoğu zaman senfoni seyircimiz neden bu kadar ciddi göründüğümüzü, hatta somurtmaya varan bir ciddiyette olduğumuzu düşünürler. Fakat o gün oraya gelen herkese çok saygı duyarak o insanların bu güzel müziğe ayırdıkları zamana çok saygı ve sevgi duyarak çıktığımda sahneye, bu benim için zaten müthiş bir motivasyon. Sırasıyla eseri yaratan besteciyle başlayan, icra eden biz orkestra sanatçıları ve orkestra şefimizle ve olmazsa olmaz o ruhu bizimle paylaşan seyircilerle, müthiş kolektif bir çalışma, bir paylaşım bu aslında. Yani sanılmasın ki biz kendimizi kapatıp, çalıp gidiyoruz o sahneden. Müzisyeninden seyircisine, herkesin birbirini hissettiği bir yaratım alanı orası.
Türkiye ve dünyadaki keman virtüözlerinden kimleri takip ediyorsunuz? Keman çalmaya başlarken bir idolünüz var mıydı?
Aslında ben, bu tarz soruların cevabının çok değişken olduğunu düşünüyorum... Çünkü bizim işimiz, elbette ki belli teknik kriterlerin dışında, yoruma dayalı. Biz çoktan seçmeli sınavlar veya 2+2=4 dünyasına uzak, eleştiri ve yorumlarla pişen bir meslek grubuyuz. Dediğim gibi tabii ki belli teknik ve dönemsel yoruma dayalı geleneklerimiz var. O yüzden ben pek şu iyidir bu kötüdür diyemem. Ama bir çocukluk anısı olarak, lise yıllarımda ilk kez bir konser için para biriktirip Maxim Vengerov’un İstanbul’daki konserine günübirlik gidip, en arka koltukta bile titrediğimi hatırlıyorum. Yıllar sonra Eskişehir’de senfoni orkestramıza aynı insan solist geldiğinde, aynı titremeyle bu sefer onun başkemancısı olarak oturup, onunla çalmış olmak müthiş bir anı benim için. Onun dışında inanılmaz değerli müzisyenlerle çalışma ve çalma imkânım oldu. Hocam Ellen Jewet, onun müzisyenliği ve proje yapma dehası bana çok büyük idol oldu… Bu günlerde de kendisiyle tanışmamdan tutun, çalmamıza ve onun ürettiği müthiş projelere kadar Anadolu Üniversitesi’nden Prof. Burcu Yazıcı’nın enerjisi inanılmaz bir ilham benim için.
Eskişehir’i ve Türkiye’yi sanat açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye, klasik müzikle, konservatuar ve orkestralarla tabi ki Mustafa Kemal Atatürk’le, onun idealleri sayesinde, müzik devrimiyle tanışmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra temelleri atılmaya başlanmış. Diyebiliriz ki henüz 90’lı yaşlarında bizim mesleğimiz. Repertuarımızda beste çoğunluğu Batı’da olduğu için, elbette bizim Beethoven çalmamızla bir Alman’ın çalması aynı olmasa gerek diyor insan. Fakat ben yine de, sistem ve ekol olarak olmasa da istatistiki olarak Türk müzisyenlerin, gerek ülkemize gelen çok iyi seviyedeki yabancı müzisyenlerle temasında, gerekse yurtdışına gittiğimizde, dünya standartlarında olabildiğimizi düşünüyorum. Müziğin, resmin, heykelin dili evrensel. Elbette okulları, sistemleri, prensipleri var. Özellikle şimdi sanal dünya ile tüm kayıtlara, arşivlere, çalıştaylara hatta artık yarışmalara katılmak mümkün. Biz geç başlamış bir toplum olarak arayı kapatabilecek potansiyelde olduğumuza, bazılarımızın çoktan dünya standartlarında zaten olduğuna inanıyorum. Ama çok yolumuz var, yapılandırmamız gereken, belki yıkıp yeniden düzeltmemiz gereken tabi ki çok kısmı var. Sonuçta devrimle hızlandırılmış kurs almış sanatçılarız biz. Elbette eksik yanlış kalanlar olmuştur deyip, yüzümüzü her zaman daha iyiye çevirebilmeliyiz. Eskişehir’e gelecek olursak, ben zaten Türkiye’nin tek belediye senfoni orkestrasına sahip bir şehrin müzisyeniyim. Başkanımız Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen Anadolu’da bir vaha yaratmış. Birçok büyükşehrin kent orkestrası veya sadece oda orkestrası varken biz bir senfoni orkestrasıyız. Bazı kendine has dinamikleri var elbette ama şartlar olarak diğer Kültür Bakanlığı orkestralarından aşağı kalır yanımızı bırakmamış hocamız sağ olsun. Onun dışındaki belediyelerimiz, müzelerimiz, sokak kültürümüzle bence Eskişehir bir devrim şehri. İyinin sonu yok elbette ama bu şehrin bir çizgisi, bir temeli atılmış yıllar önce... Bunu geriye sardırmak artık söz konusu bile olamaz
Müzik dışında, özel hayatınızdaki kendinizi nasıl tanımlarsınız? Neler yapmaktan, nerelere gitmekten hoşlanırsınız?
Spor çok seviyorum diyemem çünkü sevmek başka hayatımın parçası olmak başka. Nefes alıyorum onunla gerçekten. Birçok şekilde sporla ilgilendim fakat artık huzuru reformer pilateste buldum diyebilirim. Dans etmeyi de çok seviyorum. Zaten Sivas’ta 5 yıl folklor oynayarak bulaştım dansa sanırım. Sonra üniversite yıllarında, sağ olsun okulumuzun bize sağladığı tüm dans dersi imkânlarından faydalandım. Şu pandemi kısıtlamalarımız bittiğinde gönül ister Flamenko yoksa kesin Latin danslara geri dönmek istiyorum. Onun dışında tam bir arkadaş sohbeti bağımlısıyım. Onlarla sosyalleşmek, mümkünse bir şekilde rotayı doğaya çevirmek, bisiklete binmek, yani olabildiğince hareket etmek benim sanırım yaşama tutkum. Yolda olmak diyelim bir nevi. Hareketle, sağlıkla, huzurla, neşeyle…
Bildiğiniz üzere tüm dünyayı saran Korona salgını bütün yaşam alışkanlıklarımızı değiştirdi. Siz bu süreçte neler yaptınız, kişisel ve sanat anlamında sağladığı katkılar oldu mu?
Bana çok iyi gelen kısımları oldu açıkçası. Dediğim gibi hareketi sevdiğim kadar durmayı bilmediğimi fark ettim bu zamanda. Düşündüm, geçmiş ve gelecek üzerine derinleşmeye vaktim oldu. Dağarcığımı, daha sağlıklı besinlerden tutun, daha güzel bilgilere, filmlere, dizilere kadar doldurmaya çalıştım. Ama şükür ki bunları bir devlet memuru olabildiğim için huzurla yaptım. Yoksa yevmiyeli çalışan tüm meslektaşlarıma, kapanan sahneler, iptal olan etkinlikler, kapatılan mecralardan dolayı tüm çalışanlarına, emekçilere her zaman yürekten empatiyle sabırlar diliyorum. Her zaman dertlerini paylaşmaya çalışıyorum. Umarım bu süreçten asgari zararla, el ele vererek, başka yöntemler bularak hep birlikte çıkabiliriz. Sahne tozuna, seyirciye hasret kalma kısmı işin bambaşka boyutu. İşte orası tolere edilebilir bir şey değil. Evde kendi kendime, uzaktan gelen bir kayıtla tamamen dijital bir anlayışla o kaydı birleştirerek ancak müzik yapabildiğim bir dönem oldu tabii, birçok müzisyen gibi. Ama bunun da iyi yanından bakarsak, akustik çalan müzisyenler olarak, müziğin teknolojik ve ses kayıt kısmını, iş başa geldiği için öğrenmiş olduk. En güzel yanı bir Kızılderili duası var: Tanrım Yavaşlat Beni… Yavaşladık, durmak, bakmak durumunda kaldık. En korktuklarımızdan, en ötelediklerimize kadar... Bunu yapabilenlerle de bu gün, bağlarımız hâlâ kopmadı hatta daha da iyi olduk. Olsun yine de “BİR” olmayı öğrenmeden bu virüsler bu sınavlar bitmeyecek diye düşünüyorum. O yüzden bir şekilde kabul edeceğiz, umarım…
Müziği meslek edinen biri olarak, tutkusunu mesleği yapmak isteyen gençlere hangi tavsiyelere bulunursunuz?
“Tutkusunu meslek yapmak istemek” ibaresi çok hoşuma gitti açıkçası. Çünkü konu bir tek müzik değil ki. Aslında, tutkun ne, bunun için neler yapabilirsin ve akabinde aksiyon almak. Ben açıkçası mesleğimi seçmedim. “Ben çok şanslı bir şekilde belki yanlışlıkla doğru mesleği bulmuş biriyim” derim hep. Ama sonrasında ne yaptım derseniz. Baktım bu meslek istediğim, ait hissettiğim bir meslek. Sahnede olmak zaten tek hayalim ama bir baktım, oraya gelene kadar daha çok emek vermem gerekti. Hep hayal ettim. Bir tek okulda kemana başladığımda değil, daha Sivas'tayken ilkokulda hep hayal ettim bir şekilde sahneyi… Hatta yanında dans ve oyunculuk bile vardı sanırım. Amerika’da olsam müzikal oyunculuğuna çıkardı sanırım o hayalin ucu... Ama kemanı bana seçmiş olsalar da sonraki detayları hep ben kurguladım. Orkestrada ve sonrasında oda müziğinde çalmayı sevdiğimi, yani solist olmaktan ziyade çok sesli müziğin her zaman bir parçası olmayı sevdim. Hayal etmek bence bir öngörü. Öngörülü insan da plan yapar ve yeterince farkındalık sahibiyse bu plana uyar. Sonra bir bakmışsınız, o küçükken istediğiniz yerdesiniz. Bunların yanı sıra iyi talihe de çok inansınlar. Beni, Ankara’dan Şarkışla’ya almaya koca bir heyet geldiğinden bu yana iyi talihe inanırım. Bazen karşımıza inanılmaz tesadüfler, rastlaşmalar, hatta karmaşa gibi gözüken dönüm noktaları çıkıyor. İyi okusunlar derim mesajları ve lütfen çekinme, utanma veya rehavete kapılma gibi düşük enerjilere kaptırmasınlar kendilerini. Hepimiz kendimizle temasa geçtiğimizde, bir mucizeyiz çünkü...
Son olarak, bundan sonraki hayalleriniz ve planlarınızdan bahseder misiniz?
Aslında bir önceki cevabımda bahsettiğim gibi çok sesli müziğin hep bir parçası olmak diye başlamıştım söze ve oda müziğini de çok tutkuyla yapmayı sevdiğimi söylemiştim. Yeni bir projemiz oluşmuştu fakat pandemi sebebiyle sadece bir prova yapabilmiş şimdi de askıya almış durumdayız. Anadolu Üniversitesi'nde viyola eğitmeni ve A.S.D başkanı Prof. Burcu Yazıcı önderliğinde kurulan, grubun gerisinin de Ankara Üniversitesi’nden Doç. Sinan Dizmen ve Doç. Elif Önal’dan oluşan “PianoQuadro” ya çok inanıyorum ve sabırsızlıkla prova yapabilip konserlere çıkmayı bekliyorum açıkçası. Eser seçimlerimiz ve projelerimizin bilinen repertuar dışında olabileceğini söyleyebilirim şimdilik. Onun dışında daha farklı müzik tarzlarında çalmak, açık müzikte yer almak da çok hoşuma gidiyor. Hayal diyemem ama evet bir gün hepsini yapabildiğim, daha çok proje ve müzisyenle buluşabildiğim mecralarda, şehirlerde olmayı isterim elbette. Ama zaten bunun için zaman ve imkân yaratmaya çalışıyorum. Bunun yanı sıra Can Atilla ile bir albüm planımız var. Onun müziklerinin starı keman olduğu için ve kendisi de eski bir kemancı olduğu için, projenin de başlaması için sabırsızlanıyorum açıkçası. Çok keyifli olacağına inanıyorum. Böyle birkaç proje daha var fakat her şey bu dönemin ne zaman nasıl biteceğiyle alakalı tabii. Herkes gibi biz de yakın gelecekten öteye bir plan yapamıyoruz. O yüzden şimdilik benim ilk hedefim kendim ve bütün için, sağlıkla bu dönemden çıkabilmiş olmak diyeyim.
Röportaj: Şerife Varol Fotoğraflar: Can Catker, Volkan Kovancısoy