Ev doktoru Hakan Kütahya
Çektiği fotoğrafları mimarlık mesleği ile birleştirerek oldukça beğeni toplayan Hakan Kütahya, Furkan Canarslan’ın moda ve stil ajandasına konuk oldu.
Her yerde kendimin kurduğu ve yarattığı dünyalar oluşturmaya çalışmak hayalimdi.
Bize biraz kendinizden bahseder misin, Hakan Kütahya kimdir?
Bakırköy, İstanbul doğumluyum. Küçük yaşlarda bile oyunlarda bir kurgu yapardım mesela… Mekân değişimleri, bahçede ahşaptan çardak falan. Hep bir yaşam alanı kurmakla uğraşan insanları büyüleyecek, yepyeni icatlar çıkarırdım. Her yerde kendimin kurduğu ve yarattığı dünyalar oluşturmaya çalışmak hayalimdi. Her projede her zaman heyecanlanırım, o heyecanım hiç bitmedi. Anne ve babamın yaptığı yaşam tarzımıza hayran büyüdüm. Bunların hepsi beni geliştirdi ve bir şekilde bütünü oluşturdu.
Kıbrıs, Doğu Akdeniz Üniversitesini bitirmemle aslında kariyerime bir adım atmış oldum. Ve “Hayatım boyunca, bir kurumsal firmada çalışacağım.” düşüncesine kapılmıştım o zamanlar. Ağabeyim de bu arada mimar ve onun ortak ofis açma planı hep vardı. Fakat ben böyle bir düşünceye hiç kapılmadım.
Türkler olarak dekorasyona açız ve ne yazık ki, hep sıradan ve bilindik şeyler yapılıyor. Biraz da bu kalıpları yıkarak klasikte, modernde ve minimalde dekorasyonun yaratıcı etkisini göstererek, bunu da yapabiliriz algısını yaratmayı amaçladım. Kısaca özetlemem gerekirse; Bohemin dışına çıkarak farklı tarzları bir arada göstermek diyebilirim.
Ardından Türkiye’de ünlü bir otel mimarı olan Prof. Dr. Nihat ile yollarımız kesişti. Onun yanında işe başladım ve beş yıl kadar birlikte işler yürüttük. Bunlar olurken bir yandan da şantiye şefliğine başladım. Projenin çizimleri ilerlemiş ve böyle bir işi benim yürütmem gerekliydi.
Benim şantiyede olmam gerek, dedim ve kendimi dört yıl kadar şantiye şefliğini yürütmüş buldum. Buranın da mutfağını öğrendikten sonra, bu sefer de dedim tam tersi bir yönde çalışıp orayı da öğreneyim. Ardından da taşeron firma ile çalıştım.
Bunlar olup biterken ayrıca kişisel çalışmalarım da oluyordu, ev dekorasyonuna dair. Üniversitede akşamları öğrencilere ders veriyordum bir yandan. Bir süre sonra bu iş ağır geldi ve yollarımız firmalarla ayrıldı aslında.
Yani Hakan Kütahya, durmadı hiçbir zaman. Yani her şey öğrenme isteğiyle devam etti ve etmekte. İşin açıkçası, bu noktaya geleceğimi hiç tahmin etmezdim. İşten ayrıldım ve kendimi Amerika’da buldum ve yaklaşık iki ay kadar orada kaldım. Bir yandan da fotoğraf kursuna başladım. Ve bu macera bana iyi geldi ve iki sene boyunca gezdim. Küba’dan tutun Lizbon’a, Almanya’dan tutun İtalya’ya uzanan ve dahasını da sayabileceğim birçok yer aslında… Birazcık gezi fotoğrafçılığına döndü iş. Böylelikle fotoğrafçılık anlamında da profesyonelliğe ulaştım. Derken bir gün sosyal medya ajansı olan bir kadınla tanıştım. Birden kendimi yemek fotoğrafı çekerken buldum ve bana bütün detayları öğretti. Gerçekten çok güzel çekimler yaptık. Her şey bir basamak aslında.
Bunlar olup biterken yavaş yavaş influencer camiasıyla tanışmaya başladım. Onlarla da çekimler yürüttük. Moda konusunda proporsiyon işin içinde sanat olunca, kişiyi de çekebiliyorsun ayrıca mekânı da çekebiliyorsun. Tabi bu konuda mütevazi olamayacağım bu vizyon bende var. Herkes belki bunu yapamaz. Tabi bu sırada ismim duyuluyor. Takipçi sayım artarken Türkiye’de bilinen iyi bir firma modelleri olmamı ve içerik üretmeyi teklif etti. Hem ürün çekiyorum, bir yandan onları tanıtıyorum. Profilime iç mimar yazmamla birlikte, daha fazla dikkat çekmeye başladım. Siemens’in influencer yüzlerinden biri oldum. Birçok proje gerçekleştirdik böylelikle ve baktım ki sosyal medyada hem içerik üretebiliyorum fotoğraf gücünü reklama döndürdüm. Ürünleri hem iyi çekiyorum hem de beni çok sevdiler. Ve işler büyüdü. Bugün baktığınız zaman 60-70 marka ile çalışıyorken bu sene daha da arttı. TLC’de bir program yaptım tabi bundan önce Bodrum’daki evimle de çok duyuldum. Bodrum’daki evimi tam hayallerimdeki gibi bembeyaz ve tam Pinterestlik bir ev kurdum diyerek sözümü noktalıyorum.
TLC ekranlarında yayınlanan “Bırak Ben Yapayım” isimli televizyon programı ile evini yenilemek için bir türlü harekete geçemeyen çiftler için bir kurtarıcı oldunuz. Hiç alışılageldiğiniz bir format değilken, televizyonda böyle formatta bir iş yapmak size ne gibi değişiklikler kattı?
Ben zaten TLC’e bir sürü marka getirmiştim fakat ekstra markalarla tanışma fırsatı buldum bu sayede. Bu bana başka ne kattı diye soracak olursan; bilinirlilik diyebilirim.
Televizyonda çok kendimi özgür hissedemedim açıkçası bu yüzden kendi YouTube kanalımı kurarak prodüksiyon ekibimi oluşturdum. Şu an ev dekorasyonuyla ilgili içerik üretiyor olsam da sadece bununla sınırlı kalmayı düşünmüyorum.
Şunu da eklemem gerekirse Türkler olarak dekorasyona açız ve ne yazık ki, hep sıradan ve bilindik şeyler yapılıyor. Biraz da bu kalıpları yıkarak öncelikle -çok tarzım olmasa da- bunun dışına çıkarak daha fazla renk tonlarından gitmeyi ve ardından da klasikte, modernde ve minimalde dekorasyonun yaratıcı etkisini göstererek, bunu da yapabiliriz algısını yaratmayı amaçladım. Kısaca özetlemem gerekirse; Bohemin dışına çıkarak farklı tarzları bir arada göstermek diyebilirim.
Moda bir şeyleri diretmekte ısrarcı fakat bir insanın kendi stilini bulması ve bir nebze de olsa sokak stilimi yakalaması gerekir.
Televizyonda kendimi yansıtamadığı düşünerek YouTube’de işimi en iyi şekilde yaptığımı düşünüyorum. Ve de böyle bir platformda da böylelikle keyifli işler üretmeye başlamış oldum. İlk beş bölümü halihazırda yayımlarken iki ay gibi kısa bir sürede 6bin aboneye ulaşacağız. Başkalarının, normalde iki yılda geldiği noktanın yarısına gelebilecek olmak başarı değilse nedir?
Mimarlık birikiminizle birlikte fotoğraf birleşti ve Instagram hesabınız bu fotoğraf kareleriyle, görsel anlamda büyüleyici bir şölen sunar nitelikte. Böylece mesleğinize fotoğrafçı kimliğini de eklemiş oldunuz. Peki, Hakan Kütahya kendini nasıl tanımlar?
Fotoğrafa dair her şeyi biliyorum diyebilirim. Bir şeyi editlemek istediğimde çok güzel yapabiliyorum. Fotoğrafı nasıl göstereceğimi biliyorum. Açıyı biliyorum ve tabi ki renkleri… Bu sayede gerçekten profilim çok akıcı ve güzel oldu. Bir bütünlük oluşturdu diyebilirim. Böylelikle “iç mimar” kimliğimin yanına “fotoğrafçılığı” da eklemiş oldum. Fotoğrafçı artı iç mimar da olunca, markaları daha iyi yansıtabildim ve daha dikkat çektim.
Hakan Kütahya, Instagram olmasaydı da aynı formatta yaşayan biri olurdu. Instagram da nasıl görünüyorsam onu yaşıyorum aslında. Her anımı keyifli geçirirken kendimi mutluluğa boğuyorum. Çünkü çocukluğumdan beri olan ve bana geçmiş olan vizyon ailemden geliyor. Mesleki olarak söylüyorum bunu, hep bu oluşumların içinde büyüdüm. Bizim evimizde herkes hayran olurdu, annem ve babama.
Hayatımdan kesitleri en doğal biçimde aktarmaya çalıştığımı düşünüyorum. Hikâye için yaşayan bir influencer değilim. Ben kendi hayatımı yaşıyorum ve bundan da kesitleri paylaşıyorum, diyebiliriz.
Sosyal medyayı oldukça sık kullanan biri olarak geniş hedef kitlelerine ulaşıyorsunuz. En çok nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Aslında benim yaptıklarımı uygulayarak, diyebilirim. Yani birçok şeyi ben burada evimde kullanırken aynılarını onların evlerinde de görmek gerçekten beni mutlu ediyor. Birçok insana hitap edebiliyorum. Markalarla çalıştığımız zaman; doğru ürünü, doğru yansıtmak gibi bir özelliğim var. Her reklamı almıyorum, her marka ile de çalışmıyorum. Birçok teklif geliyor ve kullanmadığım veya kullanmayacağım bir ürünü pazarlamayı doğru bulmuyorum. İşte bu lüksümü çok seviyorum. Çünkü diğer türlü olsaydım belki de doğallıktan çok uzakta olacak ve bu kadar beğeniye sahip bir influencer olmayacaktım.
Biz bu sene daha çok teknik detaylara girmeye başladık. Astar yapıştırma, izolasyon gibi. Çünkü insanların beklentisi; iç mimar ve mimarların ağzına bakarak değil de daha kendisinin işin içinde olduğu projeler geliştirmek olduğunu düşünüyorum. Birçok değişim olurken hiç beklemediğim yerlerden dahi fotoğraflar alabiliyorum. Aslında hem onlar gelişiyor hem de ben gelişiyorum. Bir malzemeyi önermeden önce bütün detaylarına iniyorum, doğru bilgiyi aktarmak için.
Hayatımdan kesitleri en doğal biçimde aktarmaya çalıştığımı düşünüyorum. Hikâye için yaşayan bir influencer değilim.
Influencer marketing kavramını nasıl açıklıyorsunuz? Bazen bir tweet, bir video ya da bir yazı milyonları hayata geçirebiliyor. Bu kavram, dijitalin de önlenemez yükselişiyle pazarlama süreçlerine nasıl bir boyut kattı?
Doğru marka ile doğru influencerın birleşimi olarak yorumluyorum. Bunu da markanın ve influencerın vizyonunun uyuşmasına bağlıyorum.
Bu pandemi ile birlikte insanlar -en çok- bilgili ve bilinçli profillere yöneldi diyebilirim. Yurtdışında markalar bir influencerla yaklaşık 5 yıl anlaşma yapıyorlar. Sağlıklı olan da bu aslında, uzun soluklu bir marka ile çalışmak. Fakat markalar da bu konuda bilinçli değil maalesef. Mesela influencerların mekân buluşmalarından da çok sıkılmış durumdayım artık. En başında da söylediğim gibi; doğru marka, doğru influencer.
Peki, Hakan Kütahya kendi stilini nasıl tanımlar? Kombinlerinizde kullandığınız tamamlayıcı parçalar genellikle nelerdir?
Keten ağırlıkta bir gardrobum olduğunu söyleyebilirim. Genellikle doğal kumaşları tercih ediyorum. Biraz bol ve oversize kesimleri oldukça sık stylingimde görmeniz mümkün. Her zaman XL alırım. Daha slim ve zayıf bir proporsiyona sahip olduğum için daha şık bir görünüm elde ettiğimi düşünüyorum.
Kahve, krem, ekru gibi renklerini çok seviyorum. Ve tabi ki siyah ve beyaz olmazsa olmazım. Aslında çok geniş bir renk yelpazem yok. Beyaza karşı aşırı bir sempatim var ve şunu eklemeliyim ki; bütün yazımı, beyaz keten bir gömlekle geçiriyorum. Yaş ilerledikçe desenlerden kaçarak aslında basic bir stile doğru geçtim.
Gün içinde ne giyeceğinize nasıl karar veriyorsunuz? Kurtarıcı bir parçanız var mı?
Çoğumuzun yaptığı gibi gardrobumu açıyorum ve “bugün bunu giymeliyim” diyorum. Kararsız olduğum pek olmuyor. Mesela bugün “yeşil” giymek istedim, yeşile bürünüyorum. Bir de artık aynı tonlarda giyinmeyi çok seviyorum. Kışın boğazlı kazak, üzerine aynı tonda kadife bir ceket tercih ediyorum. Ve tamamen lacivert olmayı çok seviyorum özellikle o soğuk ve kasvetli kış aylarında.
Kurtarıcı parçam kesinlikle beyaz tişört. Altına da jean, kanvas…
Modanın her geçen gün gelişmekte olduğuna şahit oluyoruz. Bulunduğumuz zamanda moda dünyasının bulunduğu konumu değerlendirmenizi istersek neler söyleyebilirsiniz?
Yurtdışındaki markaların da oldukça çok fazla ülkemizde olduğunu görüyoruz. Eskiden böyle değildi. Eskiden bilmem hatırlar mısın, Amerikan Pazarı vardı. Bütün yurtdışı parçaları Karaköy’deki pazarda toplanırdı. Biz oradan alışveriş yapardık. Şu an bu kadar markanın her yerde olması, modanın globallaştığını ve evrildiğini gösterir nitelikte. Bunun dışında alt segment de yayıldı ve oldukça ön planda şu sıralar. Indıtex grubunu buna örnek olarak gösterebilirim. Artık inanılmaz bir çeşitliliğimiz var. Ama mesela modayı nasıl takip ediyorsunuz diye soracak olursanız; yabancı influencerlardan gördüğümü söyleyebilirim. Birazcık da hissiyatla alakalı.
Yeni sezon ürünlerini oldukça sık takip ediyorum. Geçen hikayemde de belirttiğim gibi: “Artık şu dar pantolonları gitmeyin.” Çünkü bu sene daha dal bol giyinmeye başladım. Moda bir şeyleri diretmekte ısrarcı fakat bir insanın kendi stilini bulması ve bir nebze de olsa sokak stilimi yakalaması gerekir. Bu yüzden modanın sıkı bir takipçisiyim. Benim parçalarım her seneye gidebilecek parçalar bu sebeple. Altı yıl önce aldığım bir parçayı da bugün style ederek kullanabiliyorum. Basic olmaktan kurtarıyor aslında. Her şey basic olunca sıradanlık kavramı ortaya çıkıyor.
Geçmişte ya da gelecekte moda dünyasında "asla" moda olmaması gerekiyor dediğiniz bir detay var mı?
Kareli gömlek ve kareli pantolonlar…
Giyer miyim arada, tabi giyerim ama neden diyecek olursan her zaman değil. Siyah beyaz oduncu gömleği bir nebze kabul edilebilir ama her rengi asla. Özellikle de bu yanlışı; kısa boylu ve kilolu olanlar yapıyor. İnsanın kendine uygun giyinmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamak isterim.
Ve asla asla dediğim şey ise; kapri. Hiçbir erkek kesin ve kesin giymemeli.
Sizin, kendi tarzınızı bulmamız nasıl oldu? Belki bize ufak ipuçları verirsiniz?
Ben şimdi olduğum gibi, ortaokuldan beri oldukça şık giyinen biriydim. Bu da biraz annemden geliyor aslında. Annem oldukça zevkli biriydi ve genetik kodların bana geçtiği düşüncesindeyim. Biz ailecek kayağa giderdik
Annemin de karışmaması gerektiğini öğrendiği 13 yaşlı zamanlarda, artık annem bir daha bana hediye almadı. Tabi benim bu konuda seçici olmam yadsınamaz. Ve kendi stilimi bulmam böylelikle başladı.
Babanızın gardrobundan kullandığınız parçalar oluyor mu?
Bir tek fötr şapkası kaldı bana. Onun dışındakiler çok da tarzım değildi açıkçası. Babam daha farklı bir tarza sahip bir adamdı. Biz ailecek kayağa giderdik. Babamın mor bir tulum giyerdi kemeriyle beraber. Onu aradım fakat bulamadım. Bulsam kayak yaparken mutlaka onu giyerdim.
Dünyanın hangi şehri, sizin ruhunuzu en doğru şekilde yansıtıyor?
Tabi ki coşkuyla Küba diyebilirim. Küba’da telefonumu bıraktım. İnternet yoktu. Özgürce sokaklarda dans ettim. Çok eğlendiğim bir gezi olmuştu. Tabi en çok yansıtan Küba olsa da İtalya’nın yeri de yadsınamayacak kadar kıymetlidir bende. İtalya’nın da rahatlığını ve kibarlığını seviyorum. Yani ayakkabılarındaki, zarif ve inceliğini bile seviyorum. Müziklerini ve yemek kültürünün güzelliğini de söylemeden geçemeyeceğim. Zaten kendimi de İtalyan erkeklerine benzetirim.
Sıkı bir takipçiniz olarak oldukça hayvan sever biri olduğunuzu söyleyebilirim. Bizlere ilk ev arkadaşınız olan Zeus ile başlayan bu serüvenden bahsedebilir misiniz?
Zeus iki kedili bir evden geliyor ve dayak yiyen bir kediymiş. Ben de nasıl scottish istiyorum o zamanlar var ya ama satın almayı da düşünmüyorum. Bir sabah gittim onunla ilk karşılaşmamız, onun bana sıcak bakışı… “Tamam dedim bu benim kedim.” Zeus ile yollarımız böyle kesişti. 15-20 gün ona dokunamadım bile. Sonra birbirimize dokunduk, sevmeye başladık. Ve her sabah kalktığımda dua ediyorum. İyi ki bana geldiği için. Sonra bildiğin gibi Hera ve Ares geldi. Ve küçücük bir aileyken dört kişilik kocaman bir aileyiz şimdilerde.
Peki Hakan Kütahya, bir mekânı tasarlarken zihninin köşesinde nasıl bir görsellik canlanıyor ve nelerden ilham alır?
İlk önce kullanıcının isteklerine bakarım. Ondan sonra da tarzı belirlerim ve her şey kafamda oturur. Çünkü projenin sahibinin ne düşündüğü çok önemli. Bir iç mimar sadece bu tarz yapıyorum ve bu tarzın dışına çıkmıyorum diyemez. İç mimarı, bir terzi olarak düşün. Evinizi giydirecek ve her tarzda giydirebilmeli. Şimdi şöyle bir algı var Türkiye’de: Birçok iş yapıyorlar ve işler birbirine benziyor. Belki de beklenti ve talep bu yönde, bilmiyorum. Bir iç mimar bir terzidir ve herkesin evini kendine göre diker.
2021 yılı için bizleri nasıl iç mekanlar bekliyor? Bu bağlamda evinizde yaptığınız değişiklikler var mı? Sizin için bir evde olmazsa olmaz parçanız nedir?
Ev dekorasyonları için çok farklı malzemeler gelecek özellikle. Ben salonumda başlattım bu değişim hareketini ve mikro-beton kullanıyorum. İlk defa kullandığım bir malzeme olmakla birlikte kendi evimde deniyorum. Merdivenlerime, pembe beton görünümlü mikro- beton uyguluyorum. Genelde merdiven denildiğinde; ahşap ve mermer algısını ortadan kaldıracak bir değişim olacak şüphesiz. TV ünitem de bu malzemeden olacak. Artık insanlara malzemenin farklı olduğunu ve bütün evlerin de birbirine benzemediğini anlatmak adına kendi evimin birçok yerini feda ediyorum. Tezgâhta, sinterflex çalışıyoruz. Lavabosunu da bu malzemeden kullanıyoruz. Bakalım sonucu deneyip, hep birlikte göreceğiz.
Dergimiz okuyucuları için evlerdeki kurtarıcı parçalara dair tüyolar verir misiniz?
Nasıl basic bir şey giyiyorum, ayağıma da desenli bir ayakkabı giyiyorum. Aslında bu da öyle bir şey. Duvarlarda, tavanlarda, halılarda çok hareketli desenler kullanmamaları gerektiğini tavsiye ediyorum. Daha basic tonlar kullanırlarsa mekânın havasını bir anda başka bir atmosfere büründüreceklerini biliyorum. Yeşil diyelim, bir vazo oluyorsun. Seneye orayı maviye boyayabilirsin. Tabi basic tonlar oldukça. Desenli bir parke seçtin diyelim, her zaman aksesuarını değiştiremeyebilirsin.
Sosyal medyanın hayatınızı ele geçirdiğini düşünüp uzak kaldığın zamanlarınız oluyor mu? Bir nevi sosyal medya detoksundan bahsedebilir miyiz?
Hiç girmedim. Bir gün, üç gün gireyim dedim fakat onu da yapamadım. Ertesi gün paylaştım. Hatta bu ekşi sözlüğe “tutarlılık seviyem” diye düşmüş. Duramıyorum mesela, bir şeyi o an paylaşmak istiyorum. Paylaşmadığım zaman mutsuz hissediyorum. Bir yemek yapıyorum ve anında paylaşıyorum artık o kadar pratikleşti ki bu durum. Bu da bir alışkanlık oldu. Sosyal medya ve Hakan Kütahya beraber yürüyor. İnsanlar inanamıyor zaten bu kadar enerjik olmama. Hem hikâye atıyorum, Youtube devam ediyor hem de sürpriz olacak bir işle karşınıza geliyor olacağım.