Cuba
Bir yakınımın yıllar önce Küba’ya gittiğinin üçüncü günü dönmek istemesini bildiğim için, bu seyahati hep ötelemiştim. 2019 yılının Ocak ayında planlama yaparken, 1 Mayıs’ta Küba’da olmaya karar verdiğimde biraz endişelerim vardı, bakalım beni neler bekliyordu... Ama bu yazıyı hazırlarken bir kez daha anılarım tazelendi ve benim gezip gördüğüm ülkeler arasında en çok eğlendiğim, en çok keyif aldığım ülke sanırım Küba oldu. Şunu anlıyorum ki her ülkenin, kişilere farklı tatlar sunduğu bir gerçek. Demek ki etkilenmemek ve gidip görmek gerekiyor, çünkü her birimizin zevkleri ve aldığı keyifler farklı.
29 Nisan’da Türk Hava Yolları’nın 13 saatlik uçuşu ile Küba’nın başkenti Havana’ya ulaşıyoruz. İlk günümüzde Havana’yı keşfetmeye Amerikalı yazar Ernest Hemingway’in evi Finca Vigia’yı ziyaret ederek başlıyoruz. Havana’ya 15 kilometre uzaklıkta bulunan ev olduğu gibi korunmuş ve eşi Mary Welsh tarafından Küba hükümetine hediye edilmiş. Duvarlarında Afrika’da vurduğu hayvanların dondurulmuş başları asılmış, kütüphanesi, çalışma masası, daktilosu, kıyafet ve üniformaları, yatak odası, yemek odası görülebilmekte. Köpeklerinden dördünün mezarı bahçede bulunmakta. Bahçenin arka kısmında ise ‘Pilar’ isimli yatı sergilenmektedir. O dönemde birçok sanatçı ve yazarın gelip kaldığı ve partilerin verildiği anlatılanlar arasındaydı. Hemingway 1928 yılında ilk Küba’ya gelişinde karısına gönderdiği mektupta ‘Hayatımın geri kalanında Küba’yı anlamaya çalışacağım’ yazıyordu.
1933 yılında adaya uzun süreli kalmaya geldiğinde, kentin merkezinde bulunan Ambos Mundos Oteli’nin 511 numaralı odasına yerleşiyor. Bugün müze haline getirilen 511 nolu odayı ziyaret edebiliyorsunuz. Odanın penceresi tüm Havana’ya hâkim bir manzara sunuyor. Ve buradan Hemingway’in gecelerini geçirdiği bar Bodeguita del Medio’ya gidiyoruz. Kendisinin meşhur ettiği Floridita Barı’nın köşesinde bizde onun gibi Mojito’larımızı yudumlarken fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmiyoruz. Hemingway ve Floridita barının sahibi Constantino Ribalaigua tarafından keşfedilmiş olan Le Daiquiri ise beyaz rom, şeker, yeşil limon ve kırılmış buz parçacıkları ile hazırlanmaktadır.
Hemingway’in izinden ‘İhtiyar balıkçı ve Deniz’ romanını yazdığı küçük balıkçı köyü Cojimar’a geliyoruz. 84 gündür tek bir balık yakalayamayan Santiago tek başına denize açılır, çok uzaklara Gulf Stream’ın sıcak sularına olta atar ve dev bir kılıç balığı yakalar. Zorlukla zapt ettiği balığın ardından kan kokusuna gelen köpek balıkları ile boğuşmak zorunda kalan Santiago, kıyıya ulaştığında kılıç balığının sadece iskeleti kalmıştır. Hemingway bu romanı ile 1954 yılında Nobel Edebiyat ödülünü kazanmış ve Kübalılara hediye etmiştir. Hemingway 22 yıl yaşadığı çiftliğini ve Küba’yı birden terk edip Florida’ya dönüyor ve 22 Temmuz 1961 yılında en sevdiği tüfeği ağzına dayayıp tetiği çekerek intihar ediyor. Hayatı macera peşinde geçen, yemeği, içmeyi, güzel kadınları seven Hemingway, cilt kanserine yenik düşmek istemeyerek kendisi hayatına son veriyor. 1 Mayıs tarihinde Küba’ya gelmek isteyişimizin sebebi 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın en anlamlı şekilde kutlandığı ülke Küba olmasıdır. Sabah 4.00 te uyandığımda sloganlar atarak trafiğe kapanan Jose Marti Plaza de la Revolucion meydanına doğru binlerce kişinin yürüdüğünü gördüm. Bu bölgenin tamamı trafiğe kapatılıyor ve kırmızı tişört giymiş Kübalılar ‘Hasta La Victoria Siempre’ (Zafere kadar, daima), ‘’Venceremos’ (Kazanacağız), ‘Patria o Muerte’(Vatan ya da ölüm) sloganlarıyla meydanda toplanıyorlar. Bizim sloganımız ‘Ya İstiklal ya Ölüm’ ün Küba’daki karşılığı ‘Ya Vatan ya Ölüm’ dü. Küba devrimi emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı verilmişti bizde de öyle değil mi?
Meydanda Küba Bağımsızlık Mücadelesinin öncüsü, Küba’nın Atatürk’ü Jose Marti anısına yapılmış anıt kule önüne kurulan platformdaki kürsüden tören konuşmaları yapılıyor ve konserler eşliğinde öğlen saatlerine kadar sürüyor. Bizde yürüyüşümüz sırasında birçok Türk grubu ile karşılaştık. Çok merak ettiğim bir kutlamaydı. Binlerce kişinin ellerinde bayraklar, Fidel ve Che Guevara’nın posterleri, pankartlar, olmazsa olmaz Che’li tişörtler, sloganlarla ve coşkuyla yürüyüşü gerçekten insanı heyecanlandırıyor. Bu yürüyüş herkesin bir arada harika vakit geçirdiği, marşlar, şarkılar söyleyip dans ettiği, huzur ve keyif ortamında sizde kaybolup gidiyorsunuz. Jose Marti Küba’nın Ulusal kahramanı devrimci, gazeteci, edebiyat profesörüdür. Genç yaşta siyasete atılmış İspanyol yönetimi ile çatışmaya girmiş tutsak olarak çalışma kamplarında bulunmuş, sürgüne gönderilmiş. Küba’nın ABD’ye bağlanmasına karşı çıkıp Küba özgürlük partisini kurmuş. Başarısızlıkla sonuçlanan isyanın ilk çarpışmalarında İspanyol askerlerince 42 yaşında iken vurularak öldürülmüştür. Hayatı boyunca kişi özgürlüklerine saygılı olmayan ve yalnızca zenginliklerini büyütmeyi gözeten yönetimlerin karşısında durmuş. Yazıları ile demokratik gelişmeye yol göstermiştir. Havana 1519 yılında İspanyol Diego Velazquez de Cuellar tarafından kuruldu ve ilk Valiliğini yaptı. Küba tarihinde adı geçen La Girardilla ise eşi Hernan de Soto seyahate gidince 4 yıl hükümdarlık yapan ilk kadın.
Öğle yemeğinin ardından UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan ‘Habana Vieja’ bölgesini keşfetmeye gidiyoruz. Rehberimiz size bir sürprizim var dediğinde tahmin etmiştim. Küba’da halklarını özgürleştiren liderler parkında Atatürk büstü olduğunu biliyordum. Dünyanın bir ucunda Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün tanınması doğrusu bir Türk Kadını olarak gurur duymama sebep oldu. Havana 1519 yılında İspanyol’lar tarafından kurulmuş, 17.yüzyılda Karayipler’in gemi yapım merkezi haline gelmiştir. Eski Havana Barok ve Neoklasik anıtları, barları, eğlence salonları, ferforje kapı ve balkonları, iç avlulu evleri, taş sokakları ile oldukça ilginç. Her biri kendine özgü mimari özellikleri olan beş büyük plaza bulunmaktadır. Plaza de Armas, Plaza Vieja, Plaza de San Francisco, Plaza del Cristo ve Plaza de la Catedral. Çevresinde ise Iglesia Katedrali, La Habana gibi birçok bina bulunmaktadır.
Küba’nın diktatörlerinden Gerardo Machado tarafından 1926 senesinde yaptırılan El Capitolio, Beyaz Saray’a çok benzemektedir. Binanın yapımında 5000 kişi üç sene çalışmış ve 1929 yılında tamamlanmıştır.
Küba Devrim Müzesi Binasının olduğu meydana gidiyoruz. Eski Başkanlık Sarayı olan bu bina Kübalı Mimar Carlos Maruri ve Belçikalı Mimar Paul Belau tarafından tasarlanmış ve 1920 yılında tamamlanmış. Binadaki kurşun delikleri 1957’de devrimci öğrencilerin saraya düzenledikleri saldırıdan kalma. 35 öğrenciden 32’si vurularak ölüyor. Eski Havana Meydanı çok renkli ve hareketli yerel kıyafetlerle Kübalı kadınlar ve erkekler ellerinde purolarla fotoğraf meraklılarına poz veriyorlar. Sattıkları ürünleri de kendileri gibi renkli. Akşamüzeri tekrar Jose Marti Plaza de la Revolucion meydanına geliyoruz bu sefer gelme sebebimiz rahatça fotoğraf çekebilmek. Havana’ya giderseniz mutlaka gitmeniz gereken yerlerin başında bence Callejon de Hamel Sokağı olmalıdır. Camaguey’li ressam Salvador Gonzalez Escalona önderliğinde Afrika ve Küba kültürünün sanatla iç içe olduğu heykeller, grafitiler, enstalasyonlardan oluşan renklimi renkli bir sokak. Akşam yemeğimizin ardından eski şehir sokaklarında Küba müziği ve danslarını seyretmek üzere yerel bir barda Mojito’ların tadına bakarken etrafımızı meraklı gözlerle seyrediyoruz. Her yerde dans edenler, şarkı söyleyenlerle dolu. restoranların devlete ait olduğu gibi Casa de le Musica ve Casa de le Trova gibi eğlence merkezleri de devlete ait. Dönüşümüzde pembe üstü açık önden baktığınızda 1956, arkadan görünüşü ise 1955 plymount ile otelimize geliyoruz. Arabaları ellerindeki imkânlarla buldukları parçalarla canlı tutmaya çalıştıkları bir gerçek. Küba’nın simgesi eski arabalar, caddeleri süslemeye devam ediyor.
Sabah adanın batı ucunda bulanan UNESCO Tarafında Dünya Mirası listesine alınan Vinales Vadisi’ne hareket ediyoruz. Dünyanın en kaliteli puro tütünlerinin yetiştirildiği Pinar del Rio’de tütünlerin toplanıp nasıl kurutulduğu ve geleneksel yöntemlerle el yapımı puronun nasıl üretildiğini görüyoruz. Her ilde puro fabrikası var tabii ki devlete ait. Küba adasında yaban hayatında kuşlar, kolibriler, kurbağa, buraya özgü 5 çeşit yılan ve timsah bulunmakta. Timsah eti Küba’da yeniyor, tavuk etine benzediği söyleniyor. Halk tavuk ve domuz eti tüketiyor. İnek eti ise devletin tekelinde. Marketlerde uzun kuyruklar görünce sorduğumuzda yerel rehber tavuk sırası olabilir diyor. Makarna, un, yumurta, şeker, yağ, baklagiller, et ve rom gibi temel ürünleri karne ile gayet yeterli olan maaşınızla alabiliyorsunuz. Küba’da fakirlik çok yaygın ama sefalet yok. Asla evsiz göremezsiniz. Aç değiller ama verilenler anladığımız kadarıyle yeterli değil.
Fakat herkes rom ve puro bulup içebiliyor. Sokak aralarında gördüğümüz dükkânların bakkal veya manav olduğunu söylediklerinde şaşırıyorum. Rafları neredeyse boş. Fotoğraf çekmemizde çok hoşlarına gitmiyor. Bu geziler sırasında ve Havana’da insanlar sizden sürekli özellikle sabun ve kalem istiyorlar. Fakat bu istekler rahatsız edici değil oldukça sempatik. Ben yanımda şekerleme, kalem, balon, top, toka ve oyuncak götürmüştüm. Onları paylaşmak ve çocukların mutluluğunu görmek müthiş bir duyguydu. Bunun yanında Küba’da sağlık ve eğitim hizmetleri ücretsiz. Öğrencilerin kıyafetlerini devlet veriyor. Tüm öğrenciler pırıl pırıl kıyafetler içinde, İnsanların hepsi güler yüzlü, huzur içinde ve keyifli. Her yerde Küba müziğini duyup dans eden insanlar görüyorsunuz. Bu ülkede siz de bu tempoya uyup her an keyifli geçiriyorsunuz. Sabah 11’de Mojito ile başlıyorsunuz. Öğle yemeğine gittiğinizde birden bir kaç kişi müzik yapmaya başlıyor. Akşam Küba müziği yapan bir yere gidiyorsunuz. İnsanlar gelip sizi dansa kaldırıyor. Bunun altında asla kötü bir niyet yok amaç dans edip eğlenmek. Dans adımlarını bilmeseniz de onlarla dans etmek çok kolay. Öğle yemeği için gittiğimiz restoranda Türk gruplarla karşılaşıyoruz, 1 Mayıs dolayısı ile çok fazla Türk turist olduğunu öğreniyoruz. Kristof Kolomb ilk olarak 1492 yılında Küba adasına geliyor. Adada Küba yerlileri Tainolar var. Küçük tarlaları ve kök bitkileri olan yerliler Kolomb’u tanrı sanıyorlar. Atı ilk defa görüyor ve atla gelen Avrupalıları anlayamıyorlar. Avrupalılar yerlilerin elinde gördükleri altınları alıyor ve daha fazla altın olduğunu düşünerek yerlilere eziyet ediyorlar. Yerli halkın çoğu Avrupalıların getirdiği hastalıklarla toplu ölümler yaşıyor. Ülke düz olunca saklanamıyorlar ve sadece adları kalıyor. Adada yerli kalmayınca 1500’lü yıllarda Nijerya, Benin ve Senegal’den insanları getiriyorlar ve böylece köle dönemi yaşanmaya başlıyor. Amerika’dan gelen mısır, domates, biber, patates ve fasulye yetiştirilmeye başlanıyor. İlk defa Haiti’de köleler ayaklanıyor ve beyazları kesiyorlar ve bütün şeker kamışı tarlalarını yakıyorlar. O dönemlerde şeker çok önemli, böylelikle Küba en büyük şeker kamışı üreticisi oluyor. İspanyollar 400 yıl burada yaşıyorlar. Vinales Vadisi’nde ‘Cueva del İndio’ mağarasının içinden geçen nehirde sandal gezisi yapıyoruz. 1959 yılında Kübalı sanatçı Leovigildo Gonzalez Morillo tarafından çizilmiş ‘Mural de la Prehistoria’ Castro’nun izniyle iplere bağlı şekilde işçilerin yaptığı bir duvar resmi. 120 metre yükseklikte ve 180 metre genişliğinde.